Salı, Aralık 26, 2006

göce salata

şimdi 50.yaşını kutlayan yakışıklımın şerefine, yirgünüme bi salata tarifi vereyim yapsınlar, yesinler kutlasınlar istedim. maksat kamuya hizmet.
göce nedir bilir misiniz? bilmeyenler için aşurelik buğday demektir. Aşurelik buğdayı kaynatıyorsunuz ama keşkek yapacak kadar bulamaç haline gelmesin lütfen. pişmeye yakın tuz atın ki pişmesini engellemeyin. tuzu önceden atarsanız kayna allah kayna zor pişer. aynı tavsiyem fasülye nohut gibi kuru baklagiller için de geçerlidir. ama ıspanak, taze fasülye, pırasa gibi yaş sebzelerde tuzu baştan koyarsanız pişmesine yardımcı olursunuz. Göceyi yenilecek kıvama getirdikten sonra ocaktan alıp süzün ve soğumaya bırakın. başka bi yerde, salatalık, havuç, kornişon turşuyu kare kare küçük küçük doğrayın. taze soğanı da ince ince doğrayın. bol dereotunu da ince ince kıyıp tüm malzemeyi karıştırın. göce iyice soğuduktan sonra hepsini karıştırın. üstüne de az yoğurt bol mayonez ya da bol yoğurt az mayonezi,çırpıp üzerine dökün ve damak zevkinize uygun hale gelene kadar yoğurt ya da mayonez ekkleyip hazırlayın. afiyet olsunnnn.


(aman yaaaa malzemelerden birini unutmuşum. bi de konsevre mısır ekliyosunuz, tabi başka unutuğum malzeme yoksa afiyet olsun. :))))

Pazar, Aralık 24, 2006

fotograftaki yakışıklıya...


Bugün sesini duydum, daha bi özledim seni. bi kez daha doğum gününü kutluyo ve yanaklarından kocaman kocaman öpüyorum.

Pazartesi, Aralık 18, 2006

kirli beyaz sıvalı duvarlar, geniz yakıcı ecza kokusu, her odada ayrı bi hayat öyküsü. basit bi soğukalgınlığı sandığımız şey için daha ne kadar orada tutacaklar seni.

Pazar, Aralık 10, 2006


Bugün "Babil"e gittim.


Bize verilmiş en büyük hediyelerden biri olan konuşma yeteneğinin
ne kadar önemli olduğunu ama buna rağmen,
inatla konuşmaktan, dinlemekten, anlamaktan
kaçtığımızı gördüm.



Ölümlerin iki insan arasına kapanması zor mesafeler koyabildiğini,




















Kurşun yarasının, ruhtaki yaralardan daha çabuk iyileştiğini bir kez daha anladım.








Bazen insanın neleri kaybettiğini anlaması için,
kaybetmenin eşiğine gelmesi gerektiğini hatırladım.

Etrafımızı saran, günlük hayatımızın bir parçası haline gelen, tv, telefon gibi iletişim araçlarının Dünya'yı küçültmekle birlikte, yalnızlıkları derinleştirdiğini hissettim. Efsanedeki gibi, her birimiz başka bir dil konuşuyoruz...
Ben filmi izledim. Hepsi bu.

Not: Fotograflar www.intersinema.com sitesinden alınmıştır.



Çarşamba, Aralık 06, 2006

Sosyal aktiviteler ve tarifler

Not:Yukarıda dereotu ve kırmızı biberle süslü
olan salatam, onun yanında mum
dikili olan da irmikli tatlım:)
Kış münasebeti ile başlayan sosyal aktivitelerimizden ilki bu akşam gerçekleşti. Katılımın çok olduğu bu aktiviteye kendi elcağızlarımla yapmış olduğum katkının tarifleri aşağıda bulunmaktadır. Genelin aksine, bu sene ki sosyal aktiviyemizde, evsahibini sadece çay demlemekle görevlendirdik. Herkes bildiğini evinde yapsın, bi arada yiyelim güzelleşelim diye kavilleştik. Bi aşağıdaki postta görüldüğü üzere rejimde olmamız nedeniyle, oldukça hafif şeyler yaptım:)) Duru'cuğumun tüm tatlılığı ziyadesiyle üstündeydi. Mesela elmalı kurabiyenin elmalarını temizletip yedi. Aldığı susamlı çöreğin susamları az ve biraz kavrulmuş olduğu için "eski" bularak yenisiyle değiştirdi. Yaş pasta yerine sütlü tatlının üzerine mum diktirip üfletti. Ve bizim " İyi doğdun DURUUU" demek yerine "İyi ki doğdun sevbinaz" dememize bozuldu. Bir müddet bayram beyle chat alemine daldı ama o da oyalamayınca, "ada eve gidelim oncaklarımla oynayım yine gelelim" dedi. Beni kararlı görünce de arka odada annanesiyle sirk seyredip, "ada bak aslan oldum." "ada bak taşvan gibi zıplıyom." " bak bu ne biliyo musun ? bisiklete piniyom"(yere yatıp ayaklarını havada dengesizce sağa sola sallamasının tanımlanması). cümleleri ile iki oda arasında koştu durdu. Sonra da evsahiplerini rica minnet öptürerek geceyi noktaladı. Neyse gelelim tariflere:)


SÜTLÜ İRMİK TATLISI
1 lt. süt 10 çorba kaşığı şeker, 9 çorba kaşığı irmik bir arada kaynatılıyor. Pişip, ocaktan indirirken bir paket vanilyayı katıp karıştırıyorsunuz. Yarısını azcık ıslatılmış tercihen küçük bor borcama boşaltıp, üzerine bir sıra kakaolu biskuviyi diziyor ve tarçın serpiyorsunuz. Geri kalan karışımı tekrar üstüne döküp en üste, iri dövülümş ceviz ve tarçınla süsleyip soğuma bırakıyorsunuz.

KABAK HAVUÇ SALATA
Bir kiloya yakın kabağı soyup rendeleyin. Bir tavada az yağla suyunu çekmesini de bekleyip, biraz kavuruyorsunuz. Başka bi kapta da 3-4 orta boy havucu rendeleyip aynı işlemi havuç için de yapıyorsunuz. Sonra yoğurt (tercihen süzme yoğurt) , 4-5 diş kıyılmış sarımsak, az mayonez ve bol dereotunu ince ince kıyarak ekliyor, karışımın tamamını kabak ve havuçla bir araya getiriyorsunuz.

AFİYET OLSUN

Cuma, Aralık 01, 2006

Biri bize kilo verdiriyo yarışması başladı.

Bizim bakkal saat 20.00'den sonra evlere servis yapmıyomuş. Böylece abur cubur keyfim yarım kaldı. söz de bi de diyet yapıyorum. Sağolsun saat 20.00 den sonra evlere servisi dururan Bakkallar Birliği... Bu aynı zamanda bi işaret olmalı. Uzaklardan bi yerlerden şöyle sesleniyo ulvi bi ruh. Ye Meeee, Yee Meeee, Yeee Meeee.... Acaba az önce abur cubur yemedğim için mi çok sinirlendim. Yoksa çok sinirlendiğim için mi abur cubur yeme isteğim nüksetti hala karar vermedim. Ama yazınca rahatladım valla. Size diyet hikayemden bahsetmedim değil mi? İş yerinde kilolu olduğuna inanan üç koca insan "1 ayda kaç kilo veririm" tarzı bol reytingli bi yapım içinde bulduk kendimizi. Program yapımcıları en çok kilo verene bi küçük altın vaad etti. Yalnız bu vaad çok işe yaramış olmalı ki yarışmacılardan biri 15 dakka yer cimlastiği, 15 dakka bisikletle açılışı yaparken, diğer yarışmacı ikindi 16.00 kadar elmayla durup, günde 2 kilometre yol yürümekte, bendenizi sorarsanız da tüvistendşepır isimli ithal harikasının üzerine 3 dakka çıkarak, eve geldiğinin 1.yılını geride bırakmış olan nesneyi şaşırttım. Bu üç dakkayı 5 dakka çıkartır bi de akşam yemeklerine dikkat edersem, tartının ibresini sola doğru kaydırırım kaanatindeyim. Kararlıyım, motive edin. Şimdi merak içinde kıvaranan okurlara kilomu açıklıyor ve 28.12.2006 tarihinde son bulacak yarışmamızın sonucunu da burada ilan etmeye söz veriyorum.

Efendim. Kilomu mu yazacaktım, yok canımmmm yanlış olmuş, kaç kilo verdiğimi yazacaktım:)))) :PPPPP Tamam tamam mızımayım yetmişbeş kiloyum. Özellikle yazıyla yazdım ki, gözlerinizle rakam arayıp, bulduktan sonra okumaktan vazgeçmeyesiniz diye:) oldu mu. mutlu musunuz? Tamam hadi dağılın bakiimm kulis yapmayın, kümeleşmeyin sizi idareye şikayet ederim sonra.

Mektup adresi biliyor!

Daha şimdiden seleler dolusu oyuncağı olan üç yaşındaki bir çocuğa durmaksınız birşeyler alma ihtiyacını anlayışla karşılamaya, sabretmeye çalışıyorum. Ama sanırım sabır çok değil ki zaman zaman sinirlerime hakim olamıyorum. Bunları direkt şahsına söylemeyi de arzu ederdim ama gereksiz gerginliğe yol açmak vereceğin karşılıklarla muhatap olmak istemiyorum.
Sana kaç kez anlatmaya çalıştıysam da, "oyuncağı çok almasaydın.", "daha öbürüyle oynamadı." gibi cümlelerle ifade etmeye çalıştığım, "çocuğa bu kadar hediye almayı keser misin" cümlesini duymazdan ve görmezden gelmen beni zor durumda bırakıyor. Sen sanıyorsun ki seni kıskanıyorum. Aslına bakarsan şöyle oluyor. Ben de kızıma küçük hediyeler almak istiyorum ama evde bulunanların sayısı o kadar çokken, yeni gelen oyuncağında üç kez oynandıktan sonra nereye gittiğini gördüğüm için ertelemeyi tercih ediyorum. Biraz vakit geçsin sonra alırım diyorum. Ya da aldığım hediyeler, öyle cicili bicili, yanar döner, janjanlı şeyler olmuyor. Daha mütevazi, daha işe yarar şeyler seçmeye çalışıyorum. Birlikte her alışverişe gittiğimizde, alabileceği şeylerin ne olduğunu ve kaç tane alabileceğini konuşuyorum onunla, gerekirse fazla paramızın olmadığını, o o yuncağı da başka bi zaman alacağımızı anlatmaya çalışıyorum. Sence neden? Kızım istediklerini yerine getirip yüzündeki o mutlu ifadeyi görmekten mi kaçıyorum. Ya da oyuncağa para harcamayı müsriflik mi sayıyorum. Ya da alım gücüm çok sınırlı olduğu için mi böyle davranıyorum? Cevabı biraz düşünsen bulursun. Bu ve buna benzer yaptığım, söylediğim, anlattığım şeylerin tek bir nedeni var. Sadece yarın yetişkin olduğunda karşılaşacağı dünyaya, gerçeklere, geleceğe hazırlamaya çalışıyorum. Şimdi yaşayacağı küçük hayal kırıklıkları ile her istediğinin her zaman olamayacağı bilgisini öğretmeye çalışıyorum. Yetişkin olduğunda yaşayacağı hayal kırıklıklarına hazır olması, hayata sağlam adımlarla basması, hayatının sonuna kadar yanında olamayacağım gerçeği ile yetişkin olduğunda tek başına ayakta durabilmesi için uğraşıyorum. Dünyanın kendi etrafında döndüğü yanılgısını yaşamaması, doyumsuz, tatminsiz ve mutsuz bir çocuk ve yetişkin olmaması için elimden geleni yapıyorum. Sence ben kızımı sevmiyor muyum?

Ben çocuk yetiştirmeye çalışıyorum. Sadece karnını doyurmak dışındaki sosyal ve ruhsal ihtiyaçlarını da karşılamaya çalışıyorum. Senin yaptığın gibi iki haftada bir c.tesi pazar alıp, saatlerce oynamak dışında çocuğuma verilmesi gereken öyle çok şey var ki. Birazcık yardımcı olsan ne olur.
Az önce telefondaki sesi ne kadar mutluydu. "Anne bana prenses evi aldılar..." Canım benim nasıl da sevinmişsindir. Ama aranızdan birinin aklına geldi mi acaba? Bu çocuğun annesi geleceğe bir "cindy bebek"mi yetiştirmek istiyor diye. Bu yaşlarda edinilen ve oynanan oyuncakların, çocukların kişiliğini, hayata bakışını, sosyal duruşunu bile etkilediğinin farkında mıydı alanlar. Evet itirazım var. O kadar pahalı bir hediye için çok erkendi. Evet itirazım var, bu dünyada prensesler yaşamıyor. Evet itirazım var , benim küçük tarçınım asla sürtük bir cindy ya da barbie bebek olmayacak. Siz kimin çocuğuna ne hediye ediyorsunuz ya. Büyütme, yetiştirme sorumluluğunu seve seve aldım, kimseye vermeye niyetim yok. Seni anlamaya çalışıyorum ama sanki bilinçli yapıyorsun bunları. Biraz daha özen göster, madem vereceklerin oyunlar ve oyuncaklarla sınırlı, hiç olmazsa benim verdiklerimi sabote etme.

Çarşamba, Kasım 29, 2006

Duru'ya

Uzun zaman olduğunun farkındayım. En son 11 kasımda yazmışım ama ondan öncede dişe dokunur bi şi yok gibi. Aslında her akşam aklıma geliyo bi kaç satır yazmak ama pc başına oturduğumda yazmak istemiyorum. Biraz kafam meşgul son zamanlarda, bir şeyleri sonuçlandırmam, bi sürü karar vermem, bir sürü yazıp çizmem gerekiyo... Eh fazla zamanımda kalmadı aslına bakarsan balım. Önümüzdeki haftaya bunların hepsini yapmış olmam gerekiyo. Böylece kafamı kurcalayacak çok fazla şey de kalmayacak haliyle ve ondan sonra da yine eskisi gibi oyunlar oynayacağız ve sen uyuyunca yaptıklarını yazacağım. Böyle konuşunca da yazdıklarımın çok kayda değer olduğunu düşündüğümü sanma, alt tarafı bi günlük karalıyorum. seninle, senin büyümenle, birlikte büyümemizle ve sen büyürken yaşadıklarımla (seninle ya da sensiz) ilgili aklımda kalanları sana aktarıyorum. Son zamanlarda sana fazla vakit ayıramadığımın farkındayım. Eskiye oranla daha gergin ve daha sabırsız olduğumu da biliyorum ama inan bu yaşadıklarımın hiç seninle ilgisi yok tarçınım. Dediğim gibi bu biraz büyük olmakla ilgili bi şey, yetişkin olmakla, sorumluluk almakla. Ama geçecek çok kalmadı.

Bu hafta yanımda olmamış olman ikimiz için de iyi oldu. Ben daha sakin kafayla düşünebiliyor ve sana tüm vaktimi ayıramadığım için vicdan azabı çekmiyorum. Eminim sen de orada mutlusundur. Bugün babanla konuştum, doktorlar geniz etinin olduğunu ameliyatla alınması gerektiğini söylemişler. Korkulacak bi şey yok. Sebelin de vardı, o da aldırdı. Endişe etme hiç, bak ben hiç korkmuyorum. Bi kaç doktor amcaya daha göstereceğiz onlarda mutlaka olmalı diyorlarsa, doktor amcalar kısa bi süre için uyutacaklarmış seni, uyandığında yanında elini tutuyor olacağım ve izin verirlerse eğer; kucağıma bile alıp sarılacağım sana. O yüzden endişe etme baharım. Seni özlüyor ve seviyorum. Öptüm.

Cumartesi, Kasım 11, 2006

Bırak Konuşsunlar (Merak Edene) - Nazan Öncel

Mutabakat



Artık gördüğünüz üzere yardımcı bir hanıma para ödememe gerek kalmadı. Artık kızım koca kız oldu. Ev işi, ütü, çamaşır, bulaşık hiç zor gelmiyor. Tek bi sıkıntımız var, o da iş yaparken gelinlik giyme hevesi. bunu da aştık mı gel keyfim gel diyeceğiz artık.




Duru hanım son zamanlarda pek bi huysuzlaştı. Kendini eve atar atmaz, önce odasını bi kolaçan ediyor arkasından da talan. Sonra çeşitli aralıklarla ve ardı sıra gelen, "oyuncak", "yego" (lego), "abara" (araba), "bebek", "hamuy" (hamur), "çizci film" (çizgi film), "yap-bos", "kipat" (kitap) gibi sızlanmalar eşliğinde gelen ağlama krizlerine dönüşen duruma çok uzlaşmacı bir yol buldum(k). Duruyla masaya oturup bu konu üzerinde konuşarak mutabakata vardık. Mutabakatımızı yazıya döküp, evin en uğrak, en görünen yerine astık. El sıkıştık ve anlaştık. Yalnız sözleşmemizin yazılı kısmı , çizgilerle desteklendi.




Şimdi duru akşamları geldiğinde bu gece ne gecesi diyo. ben de durucum bugün çarşamba yani 3.gün say bakalım 3.günü, bugün ne günüymüş diyorum. Yüze biraz şaşkın bakıyo. Sözleşmemizin yanına gidip birlikte sayıyoruz. 3.günü bulduğumuzda Duru "yasasınn sidi, çizci film günü" diye sevinerek odasına gidiyor. Yukarıdaki sözleşmeden de açıkça anlaşılacağı gibi,
pazartesi - araba, bebek, lego günü
salı - oyun hamuru günü (siz bi şeye benzetmeseniz de çizdiğim bizim durunun oyun hamuru kutusunun aynısı)
çarşamba - çizgi film günü
perşembe - yap-boz günü
cuma - ? bilemediniz mi? ayol bi şi çizmemişim serbest gün. cuma ne isterse oynarım kızımla.


Not: şimdi baktım da bizim mutabakat pek silik çıkmış en kısa zamanda net bi tane çekip yüklücem buraya.

Pazar, Ekim 29, 2006

Yalnızlık:)))))

Blog yazmayı hatta bırakın yazmayı okumayı bile keşfetmişseniz MSN Messenger programını da biliysunuzdur açıklamaya gerek yok.

Kırk yılın başı, dudum uyumuş, pc bana kalmış rahat rahat sohbet edebilirim diye düşünerek yaklaşık 23.30 civarı oturup açtım msn'i. Listemde kayıtlı 37 kişi olduğunu bildiriyor ve söylüyorum, o saatten bu saate hiç kimse online olmadı.
Seni görmedik, gelmiyosun, uğramıyosun diyenlere duyrulur. Geldim ama yoktunuz. Koskoca gece, acaba biri gelir de iki laf eder miyim diye bakıp durdum ama ne gelen ne giden. Onca saat ne mi yaptım. mp3 indirdim kardeşim. Bi kaç gece daha online olmazsanız, indirecek şarkı bırakmıcam şu alemde.

Perşembe, Ekim 26, 2006

Bi aşağıdaki posta cevap vermeye devam etmelisiniz ama bunu eklemeden geçemedim. Buyrun bakalım.

Asagida okuyacaklariniz, musevilerin, Tanri ile insanin konusmasini anlatan kitaplari Talmud'dan alinmistir ve soyle biter:

"...bir kadini aglatirken cok dikkat edin, cunku Tanri gozyaslarini sayar! Kadin erkegin kaburgasindan yaratildi, ayaklarindan yaratilmadi, oyle olsaydi ezilirdi; ustun olmasin diye basindan da yaratilmadi. ama gogsunden yaratildi, esit olsun diye;... ... kolun biraz altindan korunsun diye....kalp hizasindan SEVILSIN diye

davullar ve denkleri

Merak ettiğim konular bir değil iki değil ama bi cevap alabiliyor muyum ? HAYIR. olsun ben yine sormaya devam edeceğim. Hem bu merak konularının 20 sene sonra değişip değişmediğini de test etme şansım olacak. şimdi sevgili okurlar ve canım dudu.

Dünyaya üzerinde yaşayan insan ırkının erkek cinsleri hakkında bi takım sorularım mevcuttur. Bu arkadaşlar dünya üzerindeki tüm nimetlerin kendi için yaratıldığını düşünür ve bu nimetlerden azami şekilde faydalanmanın kendi temel vazgeçilmz hakkı olarak görürler. Estetik duyguları niçin gelişmemiştir ya da gelişmştir de aynaya bakarken niye kendilerini çok estetik sanırlar. sonra hayat onlar olmadan yaşanamaz bi cehennemmiş kanısına varmalarına sebep nedir? Kendi ayakları üzerine basan karşı cins görmek neden içten içe ayağını kaydırma duygusu uyandırır da, biraz aptal olan ya da aptal gibi görüneni kayırma isteği içine girerler? Aynı işi, aynı sonuçlarla belik de daha da iyisini yapan bi kadınla bi erkek arasında aldığı maaş açısından bi eşitsizlik varsa bunun sebebi nedir? Yüksek maaş almanın sırrı her gün traş olmak mıdır öyle ise; niye ağdacıya para vermekteyiz? Bu insan evlatları nezaketi neden başka anlama eğilimi içinde olup, etrafındaki tüm karşı cinsin kendileri için ölecekleri düşüncesindedirler? Davul bile dengi dengine diyen sadece kadınların ataları mıdır? Bu atasözü söylenirken erkek cinsi kulak mı tıkamaktadır yoksa o söz söylendiği sırada ortam da değil midirler? Yoksa bu sözü bilmekle beraber şöyle mi yorumlamaktadırlar. İşin var, evim var, arabam var, param var, çok param var bütün davullar bana denk. Yaşı, boyu, mevkii, konumu, durumu vız gelir tırıs gider, hatta o kız kesin bana hasta olur mu diye düşünmektedirler ya da tüm bunlar bende olduğuna göre o benim dengim bile sayılmaz ben ona lutüf mu ediyorum diye düşünürler.
Soru sormaktan yoruldum, umarım siz cevap vermekten yorulmazsınız. Ama siz cevap verseneniz de vermeseniz de soru sormaya devam edeceğim kardeşim.

Perşembe, Ekim 19, 2006

Bayram

Aslında bugün başka bi post yazmıştım. Duru'ya engin tecrübelerimi aktardığım bi posttu ama baktım ne yeri ne zamanı belki bi gün publish yaparım:)

Yerse, günün anlam ve önemine binaen bayramlardan bahsetmek istiyorum biraz. Aslında bahsetmek değil de sormak istiyorum sizlere.

Bayramlar çocuklar için midir? Belli bi yaştan sonra bayramların bi anlamı kalmaz mı? Ne zaman biter bi çocuk için bayram ya da bayramın anlamı bittiğinde mi yetişkin olursun. Bayram artık bayramlık almaktan vazgeçtiğin zaman mı biter? Hala eski usullerle ailenin yanında geçirirken bile, diğer günlerden hiç bi farkının kalmamış olması bi eksiklik midir? Yetişkin olmak böyle tatsız tutsuz bi şey midir? Yaşın erişmişken bile elini öpen olmaması mıdır anlamını yitirten bayrama? Annemin Semra Teyze olduğu yaşlardayım. Ama annem gibi tatlı bi telaş hissetmiyorum. Kapımızı çalan arkadaşlarım yok artık ve onlar için hazırlanan lokumlu mendiller de yok. Ponponlu beyaz çoraplarım ve yeni ayakkabılarım da yok. En büyük kağıt paralardan bi kaç tanesini bankaya gidip, küçük banknotlarla değiştirmek ve bir tomar para ile bayram çocuğu da beklemek yok. Bayram harçlıklarını biriktirmek, gizli gizli saymak ve bu paralarla panayıra gitmek de yok. Limonata ve mis kokulu gazozlarda yok. Anneannem, babaannem ve dedelerim yok ellerini öpebileceğim. İki tane yandan atkuyruğu yapacak kadar saçım yok ve onlara bağlayacağım koca beyaz parlak kurdelelerim de yok.

Bayram kelimesi bende sadece koca, sıcak bir yatak ve kalın bi yorganı çağrıştırıyorsa, gidip bayramlık almak ya da baklava nasıl açılır konusunda Nazmiye teyzeyi izlemek mi gerekir?

Yerse, gidip kızıma bayram harçlığı hazırlayayım, bulabilirseniz de ponponlu beyaz kısa çorap alın kızıma benim için.

Çarşamba, Ekim 18, 2006

KısaPost (Yazılının cevapları) Dipnot : Matyh ile thesadsipirit geçti diğerlerinizle bütünlemelerde görüşürüz.

Yerse: Neyse
Bekke: Belke
Kıçart : Çıkart
Kulabi : Kurabiye
Yele : yere
Hamul aletleri : Oyun hamurunu açmaya, kesmeye, şekil vermeye yarayan plastikten üretilmiş, yaratıcı zeka ürünü para tuzakları.
Daha gün : Daha dün. Aslında dün Duru için hep gün. Gün aşkam, gün sabah gibi.
Yasılsın ve yerde: Çok basit "n"ler bi türlü çıkmıyo ağzımızdan.

Pazartesi, Ekim 16, 2006

anneler ve kızlar


İnsan kendi yavrusunu çok seviyor. Ellerine gözlerine bakıyor. Bazı bakışlarında, tavırlarında kendisini yakalayıp için için sevinirken, zaman zaman bana hiç benzemiyor diye için için üzülebiliyor. Her gün yeni bi şey keşfediyor, bu kaşifliği paylaşmak istiyor. Tekrar çocuk şarkıları öğreniyor, oyun hamurunda abara yapıyor, boyama kitaplarını onun istediği renklerde boyuyor. Beraber büyüyorsun.

Haftasonu ateşi vardı bebeğimin. Sürekli terledi, ateşi çıktı, burnu aktı (bi rolu tuvalet kağıdı bitirdik bi günde ve zaman zaman "annecim azcık su iç. burnundan çok su kaybediyosun" şakamı bile anlayıp güldü bana) sirkeli suyla sildim, başını, eklem yerlerini, öptüm, sarıldım. İlaçlarını içirdim. Tadı acı olduğu halde kuysuzluk yapmadan içti benim tarçınım. İnsan ADA'ysa bunları yaparken hiç bi karşılık beklemiyomuş, severken de öyle. Nasıl mı farkettim bunu? İşte cuma akşamı ateşi yine çıktığında yatağının yanında oturup alnını siliyordum. "Adacım ateşin çıkmış, sana şurup getireyim mi" diye sorduğumda şöyle dedi. "yok getirme, yanıma uzan, elimi tut adacım"

Bu ne demektir bilir misiniz? Kim yanınızda olsun istersiniz gerçekten hasta iseniz, kim olsun istersiniz ve kime hiç sormadan emanet eder, etmek istersiniz kendinizi? Annenize.
Neden peki? Sevgi.
Anneniz sizi çok sever çünkü. Ve siz söylemeseniz de söylemek aklınıza da gelmese SİZ DE ANNENİZİ ÇOK SEVERSİNİZ!
İşte Duru'nun yanımda kal, elimi tut demesi, o ana kadar aklıma gelmeyen, düşünmediğim, umrumda da olmayan bi şeyi hissettirdi bana. Duru beni seviyordu.

Bu garip gelecek şimdi size, hissettiğimde bana da garip geldi. Yani ben onun annesiydim, kızlar anneler birbirlerini severlerdi. Yani annemin kızıyken, bir kız çocuğu iken bu çok doğal bi sonuçtu. Anneme bunu söylememe gerek yoktu. Ama sanırım insan anne olduğunda farklı düşünüyor ya da sevilip sevilmediğini düşünmüyor bile karşılık gözetmiyor çünkü. Ama inanın bunu duymak çok ama çok mutlu ediyor. Benden söylemesi.
Fazla geç kalmadan onu sevdiğinizi söyleyin, eğer söyleyemiyorsanız "anne sadece yanımda kal yeter" deyin, inanın sizi anlayacaktır.

Cumartesi, Ekim 14, 2006

Geçen perşembe, durunun kreşinden aradılar. ateşi 38.5 Calpol verelim mi diye. Verin dedim ama ateşi duyunca, destek ekiplere haber verdim. Bir buçuk saat içinde sebel gelip, duduyu kreşten aldı ve geldiği istikamette tekfurdağ'na doğru yola çıktı. Gider gitmez doğru doktora tavsiyelerimle, il girişinde, ilin seçkin özel hastanelerinden biri (başka özle hastane var mı bilmiyorum) olan YAŞAM HASTANESİ'ne götürmüş. Durunun daha önceki rahatsızlıklarında ilgilenen doktor o hastanede ya. gidilmiş, ama doktoru yok. Bu arada ateş 39 olmuş. Bildik yöntemlerle düşürmeye çalşmışlar. ben haber bekliyorum. Neden hasta olmuş? teşhis ne? ne ilaç verdiler? diye . bi telefon geldi.
-Abla duru penisiline alerjisi var mı?
- bilmiyorum. iğne mi verecekler?
- yok şurupmuş.
- bilmiyorum hiç penisilin almadı. mutlaka test yapsınlar.
- tamam abla
aradan bi 10 dakika sonra.
- abla antibiyotik kullandı mı?
- evet kullandı canım
- Hangi antibiyotikeri?
- ne bileyim sibel. hangisi yazacağını söylesin, kullanıp kullanmadığını hatırlayayım.
- tamam abla.
neyse akşam oldu evi aradım. babam ilaçları almaya gitmiş. bi yarım saat sonra gelmiş aradı.
-kızım bu şurupardan biri penisilinli (babamın hastanedeki telefondan haberi yok)
- baba vermeyin. alerjisi olup olmadığnı bilmiyorum.
telefonu kapattım. ben kızımla 3 yıldır bi aradayım. Onu üç yıldır tanıyorum ve dolayısıyla annelik eğitimi de üç yıl.
yukarıdaki telefon görüşmesini yapmamıza neden olan şahıs yaklaşık 6 yıl bu işin eğitimini alıyor ve hangi ilaç diye bana soruyor, o da yetmiyor, penisilin vermeyin verecekseniz de test yapın dememi umursamadan penisilinli şurup yazıyor. Allaha şükür okumamız yazmamız var. Dedesi meraklı bu konuda da içmedi durum şurubu. Ya saf tarafımıza gelseydi, ya okumasaydık ya da okuma yazma bilmiyo olsaydık. Düşünmek istemiyorum. Gerginim , sinirliyim. Kolay mı 32 yılda bi bulmuşum, kolay mı yetişiyo bi insan evladı. Yazıyorum çünkü; kendini, işini, mesleğini bilmez, üç gram zekayla iş yapan doktorlara emanet ederken canınızı bi kez daha düşünün. Üçü bi araya gelip aynı şeyi söylemediği sürece inanmayın. Sağlıklı günler...

Perşembe, Ekim 12, 2006

yok.

Hotmail ve uzantısı sohbet programı bi türlü açılamamakta, Duru ateşlendiği için ilaçları ile birlikte uyumakta. Ben de uyumak istiyorum. Post most yok, gidin siz de uyuyun.

Cumartesi, Ekim 07, 2006

topitik topitik, bisiklet, tiviti


Duduyla bakkala markete gittiğimizde, içeri girmeden önce karşıma alıp;
- bak adacım içerden kendin için sadece 1 tane bi şey alabilirsin , ona göre seç diyorum.
Markette ya da bakkalda, zaman zaman farklı şeyler alsa da genellikle karşı koyamadığı iki şey var: topidik topidik ve sakız...
Her seferinde elimizde bir topidik topidikle geldiğimiz için, geçen gün bi baktım dolaba 8- 10 tane topidik topidik. Onları çıkarıp, güzel bi bardağın içine dizdim. Dudu'ya da,"adacım, yemekten sonra istersen bi tane yiyebilirsin dedim.


Bu arada aklıma gelmişken, Duru'nun evin içinde bisikletiyle bir bütün olduğunu, evin tüm köşelerine bisikletiyle ulaştığını, hatta oyun oynarken çişi geldiğinde, koşarak daha çabuk gidecekken, ısrarla bisikletine binmeye uğraştığını ve bu yüzden adası tarafından kucaklanmak suretiyle tuvalete yetiştirildiğini biliyor muydunuz? Bunun postla ne ilgisi var diyeceksiniz. Aslında yok da, anlatacağım sahnenin içinde bisiklette var ve nerden çıktı bu bisiklet, yazarın bize bi oyunu mu demeyesiniz diye yazıyorum.


Duru hanımın kreşten döndükten ve yemek yedikten sonra ya hamul aletleri ile abara yapar, ya boya kitaplarını alıp adaya kitapları boyatır, ya yap boz yapar ya da çizci film izler. Ama son günlerdeki en büyük aktivitesi çizci film izlemek... Ama ne izlemek, Madagaskar'ın ilk CD'sini kaç kez seyrettim hatırlamıyorum. İkincisini seyretmek kısmet olacak mı onu da bilmiyorum:)
Her neyse yine öyle bi gün Dudu yemekten sonra bi çizci film seçti ve dedesiyle adasını esir alıp, pür dikkat izledi. CD bitince, adası artık yatma saatinin yakın olduğunu, dedesinin tv izlemek istediğini söyledi. Duru'da bunu makul bulmuş olacak ki ses çıkarmadan boyama kipatıyla ilgilenmeye başladı. O sırada tuvalet lavabosuyla ilgilenmekte olan ada içeriden bi ses duydu.


- Ada bak ne buldum. Tiviti. Çok hoşuma gitti isleyebilir miyim?
- Hayır dudu, bi tane izledin ama yeter artık.
Bu cümlenin ardından on saniye sonra, dudu bisikleti ve tiviti CD'siyle tuvalet kapısındaydı.
- Ada lütten, başka izlemicem. İzleyebilirim mi?
- Hayır annecim.
- Ama lütten.
- Hayırrrrr...
- ÜÜüüüüüüüü.
- Duducum çok ağlayasın varsa, doğru odana. Orda bi ağla rahatla sakinleş ondan sonra gel.
- Üüüüüüüü.
- Duducum boşuna yoruluyorsun. İzlemeyeceğiz.
- Üüüüüüüüü.
sesi eşliğinde bisikleti ile wc kapısından uzaklaştı. Yaklaşık, bi iki dakika sonra, yine bisikleti ile birlikte wc kapısına geldi. Tivitiyi izleyemediği için ağlamaktan perişan olmuş (!) o değilmiş gibi, bisikletin üstünde ve elinde bi adet topitopla gayet güleç;
- Ada topidik topidik yiyebilirim mi?
- Kızım yemekten sonra yedin ya. Bi tane yeter.
- Ama olmaz. Yiyebilirim mi?
- Of dudu nerden çıktı şimdi bu?
- Ama lütten.
- Neden Duru? Neden topidik topidik yiyiceksin ki.
- Hani ben tiviti seyredecektim ya. Hatıllıyon mu? Hani sen olmas dedin ya. Hani ben ağladım ya. Hatıllıyon mu? İşte onun için.

Cuma, Ekim 06, 2006

Dudu'nun Sözlüğü (2)

Aşağıdaki cümleleri okuyun ve anahtar sözcükleri ve cümle içindeki anlamlarını bulun.

- aaaa ada kulabii yele döküldü. Yerse süpürüs.
- Ada hamul aletlerimi unuttuk. Yerse sen alılsın.
- Topitik topitikim yele düştü, yerse başka bi tane yelim.
- Duducum bak pançon yere düşmüş.
- aaa ebet yerse sen kaldılılsın.
Oyun hamuru ile şekiller yaparken;
- bekke bekke bekke kıçart.
Okulda öğrendiği şarkısını söylüyor.
- Daha gün annemisin kollaanda yaşarkan
- yasılsın?
- ada ayşemm yerde?

Evet sınav başlamıştır. Soruların cevaplarını bi kaç gün sonra ilan panosuna asarım. Süre 2 dakikadır. Başarılar.

Pazar, Ekim 01, 2006

Çiş baskını (Doğal afetler serisi I )

Cuma gecesi tekfurdağına gittik. çoluk çocuk herkes bi aradaydık.

Haaaa bu arada unuttum yaaa. Bizim bi kızımız daha olacak . Gerçi bu ayrı bi post konusu ya. Sayın okurlar bizim bi maruzatımız var. Kızımıza bi ad bi isim bulamadık ve annesi iki gözü iki çeşme "kızım doğacak ama ismi yokkk" diye sicim gibi yaşlar dökmekte. Doğum ne zaman mı? Mart gibi falan. Neden mi ağlıyo annesi daha çok var diyosunuz. Eeeee siz şirini tanımıyonuz. Herşey planlı programlı olacak aaa canım. siz kendi düğünün de sağa sola direktif verip, kim nereye oturacak, buz kovası hangi masaya konacak, hangi misafir ne zaman dans etmeye kalkacak konularını, çiçeği burnunda kocasının kollarında dans ederken, iki elini kolunu kullanıp yapan bi gelin görmediniz derim:))) bu aklınızın bi köşesinde bulunsun. aklınıza gelen tüm kız isimlerini sıralayın. biz bulamadık belki siz bulursunuz. şimdi konumuza dönelim.

Neyse yenildi içildi anlatmıyorum malum okurlarımın arasında bi "çok hamile" arkadaşımız var. Gece yataklara dağılıldı. Biz dudu subel ve ben baba evine gittik yatıya. Yatakları açtık, dudu sebelle uyuyacağım diye buyurdu. İyi dedik uyu bakalım. Adada yatağa yattı. Sabah 9.30 gibi, dudunun kapıda ağlamasıyla uyandı. Kapıyı açtı. Dudunun üstünde sanrım 1 yaşında giydiği ve küçüldüğü için dedesine bırakılmış bi pijama üstü, altında adasının eski bi şortu ve şortun üstünde de beline uydurulmak için bağlanmış bi ip. Görseniz, Beyoğlunda kırmıız ışıkta cam silen çocuklardan bile perişan bi halde. Adası uyku sersemi pek bi şi annamadı ya yatağı açtı o da koşa koşa yatağa attı kendini. iki dakka sonra teyzesi bi yatak pediyle geldi. yatak pedini de yalan olmasın dörde katlamış yani ikinci bi yatak kalınlığında. durunun altına koymaya çalışıyo. Durum anlaşıldı. Dudu gece yatağa çiş yapmış. Ada yine sersem - ya gerek yok o yapmışsa bi daha yapmaz hiç uğraşma. demek gafletinde bulundu. Sebelll kızmış, sinirli. - ne yapmazı iki kez yaptı.
Hadeeeeee. buyrun bakalım.
- Kızım çişin var mı?
- ebet var.
- kalk yapalım.
ada ile dudu tuvalte gitti ki bi de ne görsün. Çamaşır makinesi çalışıyo, küvette koca bi battaniye, leğende koca yorgan, çamaşır ipi çamaşır dolu. Sanırsınız sel almış dedenin evini. Neyse sabah sabah bu manzaraya uyanmak da, sabahın 5.30'dan beri adayı kaldırmadan dudunun çişlerini temizlemeye çalışmak da sinirleri felaket germişti. İki koca yetişkin kadın diyeceğiniz iki insan, üç yaşındaki çocuklar gibi çatır çatır kavga ettiler. Aslında sanırım ikisi de söylemek istemediği şeyleri söylediler. Ben dudunun yalancısıyım, ada da sebel de çok pişmanmış. Ama tüm c.tesi gününü de pazar gününü de gerizekalı gerizekalı çocuklar gibi küs geçirdiler.
Siz şimdi çiş baskını bitti sanıyorsunuz. oturup duduyla konuşuldu falan. pazar akşamı da şii de kaldılar yatıya. Bu kez semya - kızım bak bu gecede yapabilir altına bi şey koyalım dedi. Ve biraz sonra elinde şu çeyiz mağazalarında veirlen yorgan çantaları olur ya onlarla geldi. Dudunun altına konuldu. Ada biraz bozulmuş, ne yani benim kızım çişli mi alla alla diye içinden söylenmekle birlikte anne sözü dinnemeyi ihmal etmedi. Gece arada uyanıp, dudunun altını kontrol etti. ohhh kupkuru. Sabah kalktı, semyaya baktı. azcık sohbet etti. Sonra duduya bakmak için içeri gitti. Haydeeeee. Koca yorgan naylon poşedi çişlnmiş. Dudunun sırtına kadar çiş. Uyanmış kalkmış bi de gece çıkardığı sakızı arıyo sehpanın üstünde. Sanki onca çiş gölü onun eseri değil. Dudu olduğu gibi banyoya sokuldu üstü başı soyuldu. Yıkandı, yedek kıyafetleri giydirildi. allahtan koca naylon işe yaradı da fazla zaiyat olmadı. Bakalım bu gece kendi yatağını da çişlicek mi beraber göreceğiz. belki kendi evim kendi yatağım diye yapmaz. kimbilir.

Özel not (kimse okumasın burayı) : Sebelll sebelll küsmüyüz halaaaaaaa.

dudu dialogları...

Trilink Trilink..... Trilink trilinkkk....

- ben bakcam durun çocukkar.
- Alo iyiyim yasılsın?
- Durucum bugün kreşe gitmedin mi?
- iyiyim yasılsın?
- Nasılsın durucum?
- iyiyim yasılsın?
- bende iyiyim ne yapıyosun?..
- çiçci film isliyorum.
- Kreşe gitmedin mi bugün?
- gitmedim.
- Neden gitmedin ? ne yapıyosun evde bu saatte?
- çiczi film isliyom.
- çizgi film izlemek için mi gitmedin durucum.
- Ebet.
- ada nerde teyzecim.
- işe gitti.
-ne yapıyo işte?
- çalışıyo. oyuncak yapıyo, kulata yapıyo. para kazancak bana.
- hımmm baban nerde?
- bilmiyom
- çalışmıyo mu baban?
- yookkkk çalışmıyo ebde oturuyo...
- yaaa öyle mi?
-Ebet. hadi hoççakal çicci film seyyetcem ben. sebelllll şii arıyo, seni istiyoooo.

Yazarın notu: her sabah evden erkenden kalkıp okula giden tüm çocuklar gibi, kreş de olsa asmak çok güzel. ama asmasının sebebi tabi ki çicci film için değil, kalkamadığı içindir. ada iş yerinde oyuncak ya da çikolata yapmamakta bayağı bayağı çalışmaktadır 08.00 - 18.00 arası. dudunun babası da çalışmaktadır ama çocuk kendisini sadece haftasonları gördüğü için çalışmadığını düşünmektedir:) duduyu çok lafa tutar çok soru sorarsanız hemen sizin evdeki başka biriyle görüşmek istediğinize karar verebilir, bakınız "sebellll şiii arıyo seniii istiyooo" cümlesi.

Salı, Eylül 26, 2006

dinliyorum.

Sarılsam Üşür müsünüz? (Vedat Sakman - ikibinaltı)

ardımda kaldı uzun yaz
yorgunum uzaktan geldim
yol bitti çoktan
yakanızdaki gül solmuş
sarılsam üşür müsünüz
yakanızdaki gül solmuş
aşk bitti çoktan
gün bitti
yol bitti
ay battı
aşk bitti çoktan
konuşun benimle ah ne olur
sözler ürkütür geceyi
gün bitti çoktan
karanlıklar hep peşimde
silin yüzümden korkuyu
karanlıklar hep
hep peşimde
ay battı çoktan
gün bitti
yol bitti
ay battı
aşk bitti çoktan
yakanızdaki gül solmuş
aşk bitti çoktan

Cuma, Eylül 22, 2006


Çarşamba, Eylül 20, 2006

Geçmiş Günlerin Dökümü


- Abla...
- Efendim ablacım.
- Ya dudu haftaya babasında olacak ya.
- hııı öyle olacak.
- Doğumgününü bu cumartesi yapalım mı?
- nerde Kermesköy'de mi?
- yok ya tekfurdağında. Burda dudunun arkadaşlarını (!) ( aslında annelerini olacak ) çağırıcam. Güzel olur. Pasta siparişini veririm ben.
- iyi peki ama cuma günü bizim morcüvertin açılışı var. yetiştirebilecek miyiz hazırlıkları.
- valla ben böreği yaparım perşembeden.
- iyi öyle yapalım ablacımmm.

Günlerden o gün. Geçen cumartesi.

Teyzesi börek yaptı. Semra mercimek köftesi ve lokma, sebel peynirli poaça ve bisküvi, adası tremisu ile hintpare yaptı ama nası yetiştiler kendileri de şaşırdı. Gerçi bu yetişme işini kolaylaştıran geç gelen misafirlere de teşekkür edecektik ama geç gelmeyi abartıp, doğumgününe saat 17.00'de başlamamıza neden olan dostları anmadan da geçemeyeceğim. İyi ki geldiniz.


Görüldüğü üzere duducum bi prensses gibiydi.

En sevdiği kardeşlerden biri bebek Deniz de gelmişti. Deniz'in elinde küçük bi oyuncak araba. Şöyle bi konuşma geçiyo aralarında.

- Tenisss, ebliseme baksana. (etekleri yandan tutulup kaldırılıyo)
- Hıhhh hıhh hıhhh.(arabayıı yerde sürtüyo)
- Teniss apkalarıma baksana kımrızı kımrızı.
- hıhh hıhh hııhhh.
Bi sonuç alamayacağını erkenden keşfettiğini umuyorum. adam milletine öyle soru sorulmaz ki adacım:))))

Dudu pastasına bayıldı. Üstümde kendi fotografını görünce çok heyecanlandı. Doğumgününün sonuna doğru pasta yemek istedğinde mutfağa birlikte gittik. Pastasına bakıp, bakışları şaşkın şöyle dedi.
- ada benim kafamı kim yedi?
Bi daha pasta üstü fotograf işine son:)))

Tabi ki doğumgününü dağıtmadan bitirmek olmazdı. İşte dudu hanımın dağıttığı karelerden biri.
- ada bana bak. beni sirret. sen oynama. Beni siyret. Bak nası dönüyo etekkerim...


Dudunun mutlu doğum haftası başlamış bulunmakta. Bu haftasonu istanbul yöresinde şenliklerle kutlanacak olan doğumgünü 25.09.2006 günü kreş kutlamasıyla son bulacaktır. İlgililere duyrulur.

Pazartesi, Eylül 11, 2006

dede dudu diolagları:)

Duducum seni en çok kim seviyooo.?
DEDEEEEE
:)))))))

YER: Dedelerin evi; Dudunun olağan göçmen hazırlık günlerinden biri. Semya ilaçlarını topluyo. Yüce onu da unutma, bunu da al diye hatırlatmalar yapıyo. Dududa bi dedesinin yanında bi annanesinin yanında yardımlarda bulunuyo (?) Dedesinin yanına gidip yaptıklarına bi göz attıktan sonra, dönüp soruyo.
- Dede sen askere gittin de mi?(Dikkat bunu soran evlat daha üç bile olmadı.)
- Evet yaptım kızım.
- Peki dede sen gene askere mi gidiyon?
- Hayır kızım.
Dudu pek tatmin olmadı bu cevaptan. Birileri bi şey saklıyo olmalıydı. Anneannesine gitti.
-Annane dedem askere mi gidiyo?
- Efendim annanecimm.
- Dedem askere mi gidicek?
- Yoooo... Yücelllll, Duru ne diyooo? Askere mi gideceksin (Evet anne 63 yaşında tekrar çağırmışlar. Askerlere nası askerlik yapılmaz eğitimi verip, içtimadan kaytarma yolları, dayak yerken acıyı azaltma ve unutma yolları konusunda ders verecek)
- Nerden çıkarıyosun Semra askerliği alla alla. Çocuk işte kimbilir nerden aklına geldi.




-Dede sen askere mi gidiyosun?
Dedecik biraz bunalmış bi de iş yapıyo terlemiş ya..
-Durucum nerden çıktı bu askerlik.
- aaaaaa dede sen askere gidiyonnnnn.
- Nası kızım gitmiyom bi yere.
- Baksana amaaa.....
O küçük beyazcık tombiş ellerini uzatır heyecanla.
- Baksana. Çantanı hazırlamışsın.








Evettttt sayın izleyiciler buyrun bakalım. Dudu dedesini tekrar askere yazdırmaya karar verdi. Bundan sonra dedesinin yaklaşık yarım yüzyıldır gitmekten büyük zevk aldığı, en önemli hobisi olan kara avının adı askerlik olarak değiştirilecektir. Tizz haber salın Atıcılık ve Avcılık Fedarasyonu'na bundan böyle kara avının adı askerlik olarak değiştirile. Dudum öyle istiyooo.

Seniha'nın Günlüğünden - Edip Cansever

Geçen gün çok sevdiğim bi çiftin sohbetine ortak oldum. Adam kadına,
"hay allah sen "senihanın günlükleri"ni bilmiyor muydun?"
Kadın kafasını olumsuzca salladı.
"ben bi eşeğim ya... Nasıl da düşünemedim. bilirsin sanmıştım. alsaydım keşke sana dün kitapçıdan. mutlaka okumalısın. hatta bulalım internetten sana okuyayım.çok seversin eminim."
kadın boynu bükük baktı gözlerinin içine. Bilmiyorum ki, keşke alsaydın diye bişeyler geveledi. Bilgisayarı açıp bi iki dakika aradılar, bulamayınca da vazgeçip, tatlı sohbetlerine devam ettiler. Ama benim aklım "seniha"da kaldı. Şimdi fırsat bulunca arattım netten. Bulduklarım aşağıda. O gece "seniha"yı bulamayan o tatlı çifte armağan olsun.
not: Bakın bakalım bilenler, günlüklerin hepsi bu mu?

SENİHA'NIN GÜNLÜĞÜNDEN /I
Gözlerimden uçtum -bırakıp eski gövdemi-
Aynanın önünde durdum
-Kenarları saydam yapraklı aynanın-
Omuzları açık giysimi giydim -siyah-
Topaz kolyemi taktım
Göğsümün ortasına bir gül yerleştirdim
Acı, apacı bir gül
Dışarı çıktım
Muhassen'e uğradım -çağırdı demin-
Firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı Muhassen'e
Yedi lamba, yedi güvercin saçlarında
Ve eşyalarında bir başkalık: 'çabuk-güzel'
Her şey 'acele-sıcak', 'acele-yerli yerinde'
Her şey, ama her şey
Bir düğün öncesi gibi
Uzun bir deniz yolculuğu sonrası
Bir yerden bir yere taşınma
Yitirilmiş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki
Rüyamda da görmüştüm dün gece
Yedi gelin, yedi güveyi
Serpantinler, konfetiler içinde
Ağzımda bir sakız çiğneme kımıltısı
Şuramda duymadığım bir duyma
Bir elimi kalçama koyuyorum
Kimim ben?
Seniha!
Çağırmadım ki 'kendimi
Sordum, o kadar
Ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar
Bu işe çok uygunum, o kadar
Toprağına karışmış bir çiftçi gibi
Bir gün: yüzü olmayan bir erkek
Bir gün: yanmış süt kokulu bir oğlan
Gözkapaklarımı indiriyorum
Lacivert bir jaluziyi indirir gibi
Kendimi kendime sunuyorum -ben Seniha-
Bunu hep böyle yapıyorum.
Bugün de böyle yaptım
Önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim
Bluzumdaki bir iki kırışığı çektim düzelttim
Perdeleri açtım
Pencereyi de açtım -açık bıraktım-
Merdivenleri indim -çok yavaş indim-
Kimseye rastlamadım
Dışarı çıktım: işte ilkbahar!
Yürüdüm yürüdüm
Ben ki herkesin bilmediği
Birtakım şeyler yapan biriydim
Böylece çok göründüm
Nedense öyle sandım
Yüzler silindi, olmayan yüzler
Sis, duman, pus gibi yüzler
İnce bir çubukla sigarasını içen Muhassen
Yitti, yitiverdi hepsi
Fırlattım göğsümdeki gülü havaya
Pembe pembe bakındı boşluk
Selamladı beni
Hayır, mutsuzum.
Evet mutluyum
Bir mutluluk yokmu her çelişkide
-Var! Varsa niçin? -
Yedi lamba bir arada
Bir arada yedi güvercin
Muhassen
Bir anlamda ?çabuk-güzel?
Bir bakıma ?çabuk-çirkin?
Anlıyorum
Ben sadece armesıyım o katedralin
Dünya ise çalmaya hazır
Koskocaman bir org gibidir
Ama çalmadan
Katedralin avlusuna düşüp
Düşüp de parçalanan
Bir org gibi..
-Sevişmek!
Kimse kimsenin olmasın-
Ah bu nisan yağmurları
Hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın
Yağıp bitiyor
Bitsin
Çok tenha bir kahvedeyim
-Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa-
Neden buruk bir özlemdir anılar
Ve özlem olarak kalacaktır da
Hayır!
Seniha!
Evet, çağırıyorum seni
Şimdiye ve sonraya
Bir başka yanıt:
Yok o da.
Sadece bir özlemim ben.
SENİHA'NIN GÜNLÜĞÜNDEN /II
Bir ruh mu bu kadın -Cemile-
Nereye değdirsem ellerimi
Masaya, perdeye, konsola
Onunkine değmiş oluyor biraz
İnatla çekiyorum. Ellerimi çoğu kez
Gizlemem bundan.
Tren istasyonlarına gidiyor -nedense-
Bir başına oturuyor parklarda
-Cemalle bazan-
En çok da akşamüstleri
Bilmem ki bu gizemli saatlerde ne buluyor
Dolaştığı yerleri mi süslüyor
Doğayla, kentle süsleniyor mu yoksa
Birini mi bekliyor -kimbilir-
Kendiyle değil, sadece duruşuyla
-Vakitsiz çiçek açmış bir nar ağacı
Bulanık günün içinde-
Ve ağır ağır, bir ibre gibi
Tam kendine dönüyor ki
Eve koşuyor acele
Odasına kapanıyor
Yazıyor yazıyor yazıyor
Kitliyor çekmecesine yazdıklarını
Telaşla çıkıyor odasından
Cemile, diyorum, derdemez
Yüzüme bakmadan rakısını dolduruyor
Ester'se bir ucunda salonun
Bakıyor bakıyor bakıyor bize
Cemile'ye
O kadar bakıyor,ki
Sanki yazdıklarını okuyor
Saat on yedilerde böyle oluyor.
Masa ortüsündeki kırmızı lekeyi
Yıllardır silemedim
-Şarap lekesi? belki
Değişti rengi artık-
Anımsıyorum
Kimin vurduğunu o tavşanı
Bembeyaz bir kayanın dibinde
Ve bembeyaz bulutlar vardı gökte
(Ölen her canlının son sesi
Bir yaşam dolusu sesten
Daha çok akılda kalıyor)
İşte bu onun sesi
Elinde bir tüfek, utkuyla bağırıyor
İzmir'de, Karşıyaka'da
Saat on yedilerde
Olursa bir de böyle oluyor.
Fransız okulunda bir öğle sonrası
Bütün yüzlerde bir öğle sonrası
Şiirler okuyorum Rimbaud'dan
«Bir akşam kucağıma oturttum güzelliği
Acı buldum onu, sövüp saydım.»
Anımsayamıyorum gerisini
-Kaç yıl mı geçti?-
Elimi tutmuştu o oğlan
Gözleri griyle karışık mavi
Yüzünde güneşle parlayan çiller
-Kaç yıl mı geçti?-
Gelip çatlıydı o düğün günü
Pera-Palas'ta bir akşam
Akşamın en ince köşeleri
Kimler yoktu ki -o zamanlar çok kalabalıktık-
Bir fotoğrafta tam on yedi kişi
Fotoğraflar..
(Yaslamış bir ağaca omuzunu
Ben
Birlikte bir gülü tutuyoruz
Onunla ben
Bir vapur güvertesinde, denize bakıyor
Ben
Bir otel kapısındayım, izmir'de
Ben.)
Zamanlar geçtikçe neden
Mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda
Acaba
Keder mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi
Mahzunluk mu yoksa yaşam
Ve doğruyu söyleyen yalnız
O mu, Rilke mi
Ölümünü içinde taşıyan.
Aşk mı yok ettiydi kocamı
-Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa-
Oysa
Başlamak ne kadar güçtür, ne kadar incelikli
Sürdürmek, sadece sürdürmek
Öylesine kolay:
Hiçbir şey olmamış gibi
Kalp atışları, saat zembereği
Yıllar yıllar yıllar
Çözülmemiş bir bıkıntıyla birlikte
Kalıcı bir gülümseme yapıp da sevgisizliği..
Ek: bugün pazartesi, belki de pazartesi.
SENİHA'NIN GÜNLÜĞÜNDEN /III
'Evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor
Üstüme kar yağıyor. Kalbimin
Atışlarında eriyor kar
Üşümüyorum, üşümek elimde değil
Hiçbir şey elimde değil
Sevmek istiyorum, sevemiyorum
Çarpıyor birbirine kalbimin kapıları
Gülmek istiyorum, gülemiyorum
Öne geçiyor acılarımın çizgileri
Vermek istiyorum, veremiyorum
Geri çekiyor beni tenimin güçlü dokusu
Konuşmak istiyorum, konuşamıyorum
Kapanıyor büsbütün dudaklarım
-Demiştim, pembe bir çizgi olsun
Düğün çağrımızda o gün-
'Evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor
Aynada kar yağıyor parıltılarla
Abajuru yakıyorum: sarı kar
-Üç parmakla bira bardağını
Hafifçe tutan elim-
Dudağımı boyuyorum: pembe kar
Cemal'i düşünüyorum: acı kar
Ester'i düşünüyorum: kar duruyor
Cemile?
Kar yağmadı sanki. Kar
Duygulara göre bir yağıp bir duruyor
-Demiştim o gün, o gece
Ve sonraları
Kan karda kaldı-
Kurtuluş?ta kar yağıyor-ne zaman yağsa-
Şöyle bir koltuğa çökerdim eskiden
Bacak bacak üstüne atardım
Hemen bir sigara yakmak gelirdi içimden
(Oysa şimdi yataktan yere değen bacaklarımın
buruşuk bir etekliğe sarınıp da tozlu bir
halıya basması biçimindedir her günkü
oturmam kalkmam
Ve içime doğru yürüyen bir ağrı duyarım ne zaman
kırmızı bir elmayı .soysam
Ve şimdi
Her yengi, her yenilgi
Her tutarsızlık, her ikilem
Güzelliğimi doldurur benim
İstesem de eskiyemem
Ve artık
Çok sesli bir müziğimdir ki ben


Tek zevki duyarken gövdemde
Kendimi kendime sunarken.) 'Evler'den birindeyim, bir org sesi bu
Yağdıkça yağan kardan
Çoktan eskimiş olmalı, diyorum katedralim
Ya da çökmüş olmalı çoktan
(Aşağıdan çağırıyorlar, usul usul iniyorum
merdivenleri, basarak çiçekli karların üstüne,
rengarenk. Karşımda cüce bir kadınla kambur
bir kadın ayaklarının altından gülüyorlar bana.
Gülüyorum ben de yağan kara ve çöken katedrale
ve onlara. Söyleşiyoruz ayaklarımızın altından
Ve
Geldikleri gibi gidiyorlar, hiçbir iz bırakmadan,
hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz bırakmadan.)
Giyinip dışarı çıkıyorum hemen
Ben bu 'evler'e sığamam.
SENİHA'NIN GÜNLÜĞÜNDEN /IV
'Ve ölüm bahçesini buldu'
Oteller imzamdır benim
-Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!-
Şimdi bir otelin apacı sevinciyim.
Ey bardak taşıyanlar, kış ustaları
Sonbaharda ne yaparsınız
Ben ne yaparım
Kendime başka biriymiş gibi bakmaktan
Arta kalan bir çift gözü de
Kimbilir nerde bıraktım.
Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!
Göğsümden bir düğme daha çözdüm
Saçlarımı taradım
Yüzümdeki beni koyulaştırdım
Pudra süründüm biraz -hayır, iğrenmiyorum artık-
Kırıştı göz kenarlarım çoktan
Çantamı açtım kapadım -neler yoktu ki-
Bir ayna
Bir katedral fotoğrafı -renkli-
Sonbahardan da büyük
Boş bir tabut deseni
Anahtarsız bir anahtarlık
Adresler -hepsini yırttım attım-
Bir şiir kitabı Nerval'den
-Ölünce tanrının
Bir ikinci yaşamım
Yaşamayı uman Nerval'den-
Telefonu açtım -bilmem ki neden-
Rastgele çevirdim: iğrenç bir kadın sesi
Tanrım!
Hemen kapadım.
Alı güzel yaşam! sevgilim ölüm!
Ben yalnız ikinize hayranım
Bilin ki gitmiyorum 'başka evler'e artık
O günden bugüne hiç çağrılmadım
Kapandım kapandım kapandım
Kabuklu bir deniz hayvanı gibi demin
Yağmurluğumun içine
Fırladım caddelere çıktım
Günaydın, dedim.sütünü esirgemeyen
Eski bir mezar taşına
Günaydın!
Ne güzel bir duruşun var senin
Doğayı kımıldatmadan
Islandım
Kıyılara indim, ıslak kumlara bastım
Ayak izlerimi sevdim, okşadım
Dolaştım dolaştım
Bir bankaya girdim çıktım
Biri bacağımı elledi tramvayda
Ses çıkarmadım
Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!
Seniha!
Seni bugün kıskandım
Otele döndüm akşama doğru.
Not: Ben bugün biraz
Yaşamı kımıldattım
Bir bardak konyak içtim ve
Ölüme kurulandım.
SENİHA'NIN GÜNLÜĞÜNDEN /V
İşte
Gördün
Demek ki böyle
Pencere pervazını -kirli çok-
Boyası dökülmüş yer yer
Lekeler lekeler lekeler
İşte, gördün, demek ki böyle
Koruklar sarkmış her yandan
Donuk, tozla kaplı koruklar
Ve lacivert bir görülmeyle
Ve
Limanın insan kokulu gürültüsüyle
İşte
Gördün
Demek ki böyle.
Gördün, görüverdin hemen
Demir arabayı rayların üstünde
Ve tahta bacaklı adamı -güneşe bakan-
Bakışlarında bir zamandışılık -öyle-
Gördün
Demir arabayı
Rayların üstünde
Ve tahta bacaklı adamı
Gürdün, görüverdin hemen.
Duydun
Duydun ki o boşluk sendin. Katedral
Ayrıca bir boşluktu senin içinde
Senin senin senin
Hayır!
Dudaklarını büzme
Ayaklarını -evet- daya oraya
Oraya oraya
Tezgaha :koy dirseğini -koydun mu-
İyi tut bardağını -iyi tut-
Bir iki kez döndür avucunda
Seniha!
Gördün mü bak
Buğulu bir hiçliktir, değil mi
Aynada titreşen bardak
Ve her şey
Değil mi, budur
Bir ölünün bir ölüye sorduğunu sormak.
Üç çiçek koymuşlar üç ayrı vazoya
Şuraya şuraya şuraya
Kalbindeki buruk pembelik
Bundan
İşittin işitmedin -ne çıkar-
Konuşur gibi onlar satıcısıyla.
İki kişi durmuş köşede -tam köşede
Düzenli bir biçimde konuşuyorlar
Sen dişlerini vuruyorsun birbirine
Titreyerek yalnızlıktan
-Sanki İstinye'yi dönünce
Porselenler yapıştıran bir ermeni var-
Kuşlar kuşların yanına, yapraklar
Yaprakların yanına
Hiçbir şey yalnız kalmıyor
İnsandan başka dünyada
Seniha!
Duymuyorsun sen kendini
Başıboş bir müzik gibisin kırlarda,
Gün kendini yiyor -gün bile-
Üç çiçekle akşam oldu, ne yapsan
Kapıdaki çıngırak., yaşam ne çabuk geçiyor
Çıngırak
Gün erkek oldu Seniha
Denizden çıktıktan sonra
Giyinmek kadar güzel
Gün erkek oldu
Gün senin oldu Seniha
Upuzun gözlerin ki -lacivert-
Örtüldü akşamın asmalarıyla
Unutma, yaşamından iyisin
Yaşamın senden iyi
Kutsalsın, görkemlisin, kendine verilmişsin.
SENİHA'NIN GÜNLÜĞÜNDEN /VI
- Kapının arkasında ne var
- Hiç!, hiçliğin adı
- Kapının arkasında ne var
- Kapının arkasında mı? tanrı
- Kapının arkasında ne var, kapının
- Bilmem ki ne var arkasında kapının
- Kapının arkasında ne var
- Bir bahçe, bir su kovası, içi boş
- Kapının arkasında..
- İncil
- Kapının arkasında ne var
- Bir tepe, boşaltılmış onun da içi
- Kapının arkasında ne var
- Bir duvar, tuğlasız, unutmuş dülger malasını
- Kapının arkasında ne var
- Havası kaçmış bir deniz yatağı
- Kapının arkasında ne var
- Bir çift kadın ayakkabısı -siyah-
- Kapının arkasında..
- Sökülmüş bir laterna, kutusu kalmış
- Kapının arkasında ne var
- Kurumuş böcek kabuklan, suyu çekilmiş bir deniz
- Kapının arkasında..
- Bir kuru kafa
- Kapının arkasında ne var
- Kapının arkasında mı? hiç!.
Belli belirsiz bir şarkı.
Odamdan çıktım
Koridoru geçtim -kimseler yoktu-
Merdivenleri indim -kimseye rastlamadım-
(Muhassen'den son kez çıkarken
Kimseye rastlamadım)
Bara baktım -kimseler yoktu-
Bir kadeh aldım, konyak doldurdum
Kadehi iki parmağım arasında tuttum tuttum
Kısarak gözlerimi kendime baktım
Otel, Ben, Konyak -neden olmasın-
Tanrı - İsa - Ruhülkudüs, dedim
Ben böyle dedim, acaba
Kimlerin avuntusuydum.
Dünyaya bir kere daha baktım cam kapının ardından
Dünyanın kokusunu duydum
Kendi kokumu?
Elbette duydum
Geçmeyen bir kokuydu -yaşlılık kokusu mu-
Çıkardım çantamdan Chanel'imi
Biraz süründüm.
Dedim ki,bugün de bitti gündüzüm
Otel, Ben, Konyak
Tanrı-İsa-Ruhülkudüs
Vahşetin son öyküsüyüm
Belki ilk öyküsüyüm
Işığımı söndürdüm: beyaz karanlık.
SENİHA'NIN GÜNLÜĞÜNDEN /VII
Özür dilerimdünya
Benbu otelden çıkamam
İmza: Seniha

Çarşamba, Eylül 06, 2006

Reyhan Fun Club hakkında...

Günlerdir hep aklımda olmasına rağmen, kızım işin mi yok, bırak insanları kendi kendilerine bi eğlence bulmuşlar, hem yanlış anlaşılırsın, polemiğe girmeye gerek yok gibi cümlelerle engelledim sözcüklerimi. İlk okuduğum postta sevimli bile gelmişti. Hani böyle bi gerçek vardı, zaman zaman espri konusu olur, gülünüp geçilir, unutulurdu.
Postu yazan blogerla bi alıp veremediğim yok, hatta en sevdiğim arkadaşımın sayfasında eklidir, ordan ulaşıp okuduğum da zaman zaman beni mutlu bile eder. Sevimli, cimcime , gencecik bi kız çocuğu... Onun da içinde bi kötülük yok bunu da biliyorum ama yine de bi kaç sözcük etmeden geçemeyeceğim.

Şimdi düşünün, şöyle şapkanızı çıkarıp önünüze koyun. Liseyi bitirdiniz ya da bitiremediniz. Babanız izin vermedi, izin verdi ama imkanları el vermedi,imkanları el verdi ama bitirse ne olacak kızımı çalıştırmam dedi ya da ne kadar okutmak istese de sizin yeteneğiniz sınırlıydı. Sınırlı olmasa bile hayatın gerçeklerini idrak edemiyordunuz, beklentileriniz ve bakış açınız farklıydı ve sonuç olarak sınırları olan eğitiminizi tamamladıktan sonra annenizin yanına kalifiye sağ kol, bi numaralı yardımcı olarak yaşamınızın ikinci bölümüne başladınız.

Ne beklersiniz hayattan. En kötü ihtimalle kimseye muhtaç olmadan hayatınızı devam ettirmek değil mi? Bunu nasıl sağlayabilirsiniz. Elinizden geldiğinizce evişlerine yardım etmeye, ailenizin üzerindeki yükü üstlenmeye çalışırsınız. Ve zamanla kendinize ait bir ev hayali içinde bulursunuz kendinizi.Evime şöyle perde takacağım, böyle bi tencerede yemeği pişireceğim. Benim de sözümün geçeceği, hüküm sürebileceğim bi evim olacak. Amakendinize ait evin tek yolu evlenmektir. Çünkü tek başına yaşam hem maddi açıdan mümkün değildir, hem çevreniz buna asla izin vermez. Siz de beklemeye başlarsınız. Hayırlı bi kısmet diye tabir edilen bi yabancının gelip, evim diyebileceğiniz dört duvar arasına götürmesini. Kendinizi zaman zaman yararsız hissedersiniz. Zaman geçmeye devam eder ve siz hala hayırlı bi kısmet bulamazsanız ne olur. Arkadaşlarınız birer birer evlenir, kimi gurbete gider, kimi çoluk çocuğa karışmaya başlar. Eskiden konuştuğunuz bakkalın çırağı, yeni taşınan komşunun üniversiteye giden oğlunu konuşamazsınız artık. Siz bekarsınızdır, kırk yılın başı hayırlı talip bulmuş arkadaşlarınız da artık sizi pek görmek istemezler, siz de içten içe kıskanırsınız çiçekli perdelerini, sümüklü çocuklarını. Ama yapacak bi şey yoktur. Bu hayırlı talip pazarda satılmamaktadır ki. Yaşınız biraz daha ilerlediği zaman ne olur? Artık üniversite öğrencisi yerine, iş güç sahibi talipler hayal edersiniz ama yavaş yavaş herkes endişelenmeye başlar... Anne ve baba yaşını almıştır ve daha ne kadar başınızda bulunacakları, sizi kötülüklere karşı ne kadar koruyup kollayabilecekleri soru işaretidir. Ve onlar daha da endişelenir. Sizi kime emanet edeceklerdir. Bir iş sahibi olamamışsınızdır. Babadan kalma sabit bi gelir yoksa durumunuz daha da acizdir. Yalnız başına sokağa bile çıkmamışsınızdır belki. Gittiklerinde tek başına dış dünyayla nasıl başa çıkacaksınızdır. Artık hayallerinizdeki perdelerin çiçekleri solmuş, tencereniz teflonu çizilmiş, islenmiş, iş güç sahibi yakışıklı, mevki sahibi bekar talip yerini, dul çoluk çocuk sahibi, yaşlı dul adam hayali almıştır. Tek istediğiniz yalnız başına şu dünyadan göçüp gitmemektir. Acıklıdır, dokunaklıdır ve bizim gerçeğimizdir. Türk gelenek ve göreneklerine göre evde oturup beklemekten başka bi seçeneğiniz yoktur ve siz böyle oturup beklerken, henüz yalnızlık duygusunun ne kadar can acıtıcı olduğunu hissetmemiş, hayatlarının sonuna kadar yalnız kalsa bile maddi açıdan kimseye muhtaç olmadan yaşamına devam edebilecekler sizin için "evde kalmış kız kurusu" diye konuşup gülüşmektedir. Siz, duymasanız bile gözlerinden anlarsınız sözcüklerini, umursamaz görünseniz de içiniz yanar.

Hayatınızın sonuna kadar kimsenin size "evde kalmış kız kurusu" muamelesi yapmaması dileğiyle. Sevgilerle.

Salı, Eylül 05, 2006


Kımrızı rugan akkabılarım oldu. Adanın da küçükken olmuş, hatta bütün kız çocukkarın oluyomuş. adaya bayramda almış yüce.

Hatta onunla uyumuş bi gece, harife gecesiymiş, baryamdan önceki gece.

annene de elbise dikmişmiş adaya kımrızı kımrızı.

güzel miydi baryam diye sormadım. baryamlar güzel olmaz mı hiç...



Güzel bi elbise seçmiştik duruya düğün için. Ama altına giyeceği ayakkabıyı unutmuşuz.

Güzel çoraplarının altına sandaletlerini giyemezdi. Spor pabuçları da havasını bozardı. Cumartesi apar topar alışveriş merkezine gidildi ( :) ) Hemen ruganından bi ayakkabı, hem kırmızısından alındı. Ama o kadar çok sevdi ki duru düğüne kadar bekleyemeyip hemen oracıkta giydi. Bütün gün dolaştıktan sonra, iki adımda bi "ada ben yolurdum. kucaaana al" dedi. Nedeni eve gelince anlaşıldı. Minik pamuk ayaklarını, kırımızı rugan ayakkabıları vurmuştu.Düğüne yara bandı yardımıyla katıldı, ilk yarım saatten sonra ayakkabılar benim ayaklarımın yanında, güzelim çorapları ile devam etti:)))


İşte Duru hanım, Kadife Elbisei ve Rugan Ayakkabıları ile
Yuselerin kapısın önünde:)

Pazartesi, Eylül 04, 2006

Unutma, sanma, yanılsama, vicdan azabına dair:)

Bazı zamanlar, elimin altında bi kaç parça karalama kağıdı, bi iki dosya ile evin yolunu tuttuğum olur, yavaş yavaş yürürken bir yandan da kafamdan program yaparım. Eve gideceğim, duduyla oynayacağım, yemek yiyeceğiz, makineye çamaşır atacağım, duduya süt yapacaım, çamaşırları asacağım, duduyu uyutacağım, sonra da çalışacağım.
Bu planların, "duduyu uyutacağım" bölümünden sonrasının gerçekleştiği görülmemiştir, hem görülse bile o zamanlar eve iş getirmediğim zamanlara denk gelir:) Bu nedenle eve gelen işler, geldiği gibi geri döner ama yine de taşımaktan usanmam, o işi vicdan azabına çeviririm.

Bu pazartesi işe gittiğimde, "G" beyi görünce aklıma eve götürdüğüm ve yüzünü açmadığım dosya geldi birden ... "tüh" dedim" gelirken getirmedim de. gidip alsam mı?"... ama bu sorular kısa sürdü.dosyaya gerek kalmadı ve ben unuttum...

Akşam eve geldim. Posta kutusunda bi kredi kartı ekstresi ilginç. iş adresime gelen ekstrenin ev adresimde işi ne? hem ben bu ekstreyi almamış mıydım? eve çıktım. ekstreyi açtım. iş adresi üzerinde ama eve gelmiş. alla allaaaa.

Haftasonu eve getirdiğim dosyayı yana yıkıla aramaya başladım. Ekstrenin akibetini araştırmayı unutarak. Dosya da evraklar da yok yok yok. Sebelle telefon ettim. "ada hiç görmedim" dedi.

İKİ GÜN ÖNCE İŞ ÇIKIŞI

İçses: Bak onu c.tesi yaparım. Bu akşam kızlarla takılır erken yatarım. Bi de şunu yazmayı da unutmayayım. saat kaç? 18.15. hımmmmmm dudunun gelmesine az kalmış. Biraz bekleyeyim balım gelir birazdan çıkarız. Çocuk bahçesinde oturmayayım. Şu kaldırımın köşesi iyi. Dur şu dosyayı altıma koyayım da, hasta olmayayım.

5- 10 DAKİKA SONRA:

Tirilink tirilink. Tirilink tirilink.
-alo
-abla
- efendim sibo
- duruyu mu bekliyom
- hııı
-bekleme servisi geç saat almışlar sana söylemeyi unuttum.
-aaa tamam canım çıkıyorum eve kapıyı aç.

kalkıp eve gittim.

Bi gariplik yok aslında değil mi? Üstüne oturduğum dosyayı kalkarken almayı unutmam dışında. Ona da bi itirazım yok diyelim unuttum. Ki koca insan, koca dosyayı, hatta işini kaldırımın üstünde unutur mu? Tut ki unuttu, ya o almadığı dosyayı eve götürüp aldığını sanırım mı? Sanıp da evde araya araya bulamayınca, taaaaaa telefonlarla dosya mı gördünüz mü diye sorar mı?

Neyse ki, o günü zor da olsa hatırladım, dosyanın izini sürdüm buldum, şimdi güvenli bi şekilde masada yarın işe götürülmek üzere bekliyor.

Bu kadar unutma, sanma arasında vicdan azabımla başbaşa bi gece daha. allah aklıma mukayyet olsun...

not: Ekstre dosyanın içindeydi. işyerinden getiriyordum eve. bulcamayı çözmem de en büyük yardımı ona ve "sen öyle sanmayasın" diyen siboya borçluyum.

Cumartesi, Eylül 02, 2006

Tatile çıkmayanlara atfen:)


Tatile gidiyorum. tatilden dönüyorum diyerek güzel bi tembellik yaptığımın farkındayım. işte size, gezelim görelim tadında bu sene ki tatil istikametim. Yukarıdaki fotografa bakınca bi şey anlaşılmıyo ama bu sene tatil için seçtiğim mekan güney sahilllerimizin güzide yerlerinden Fethiye'ydi. Fehtiye'ye hatırlamadığım bir cumartesi öğle üzeri indiğimizde, dereceler 51 santigratı gösteriyordu.

Fethiye'de bizi misafir eden Nurhayat-Muhammed ve sürekli "dit" demesine karşın gideceğimiz gün kapı önünde çığlık çığlığa ağlayan Zeynep Nehir öyle güzel ağırladılar ki bizi, yüreğim sevinçle doldu.
İşte bu da Bayan "Dit":)))

Sonraki günlerde kareyi tamamlayıp, Hisarönünde kalacak bir yer bulduktan sonra, gündüz yüzerek, geceleri de mekan keşfetmekle vakit geçirdik.

Fethiye İçin Tavsiyeler:
- İki tekne turu: Biri Fethiye içinden, biri Ölüdeniz'den
- P.tesi ve Cuma geceleri Hisarönün'nde Ata Bar'da Poker adlı bir grup çalıyor, iyi de çalıyor:)
- Gece hayatında yaş ortalaması fotograftan da görüldüğü üzere; 17-25 ila 45-65 arası olup, çoluk çocuk gidin eğlenirsiniz. Ama kara kaş kara göz insan görmeye hasret kalıyorsunuz, özellikle Hisarönü küçük ingiltere:)-Bi gününüzü Saklıkent'e ayırın ve gittiğiniz de tarihi antik kent bulacağınız yanılgısını yaşamayın:)- Saklıkent'te değil, oraya varmayan yol üzerinde Kadıköy'ü geçtikten sonra, gidişte sol tarafta kalan sanırım "Esma Ana'nın Yeri"den sonra, "Ercan Abi"nin köy evinde yiyin. Misafirperverlik, ikram, gözleme, tereyağlı alabalık ve gelen hesabı hayretler içinde seyredin. 2,5 YTL bozuk parası olmadığı için paranın üstünü ödeyemeyen, aradan bir süre geçip de kalkarken 2 kilo domates istememiz üzerine domatesin parasını - sizin bana hakkınız geçti, ölsem almam, afiyet olsun, hakkınızı helal edin" diyen Ercan abi ile tanışın.-Ölüdeniz'de denize girin.

Pazartesi, Ağustos 28, 2006

Tatilden döndüm, duyrulur. Pc'me el koyan babama inat şekerim yusenin pc'sinden size sesleniyorumm... Ayrıntıları yakında vereceğimdir. Şimdilik sadece merhabaaaaaaaa.

Çarşamba, Ağustos 16, 2006

dudu tiyatrosu

Berbat bi gün . gerçi berbat bi haftaydı ama bugün çok ama çok canım sıkıldı. canım burnumda derler ya. canım artık burnumda bile değil. çekti gitti sanırım. Israr etmeyin anlatmayacağım. ama eve dönerken tüm sinirimi ve gerginliğimi kapının dışında bırakabilmek için, derin derin nefes alarak çaldım kapıyı. içerde dudum vardı, annem vardı, babam vardı ve onların hiç bi şeyden haberi yoktu. İçeri girdikten bi süre sonra aşağıda vukubulan olaydan sonra, nası olduğumu artık siz düşünün:)

Sahne 1
Yer duduların mutfağı. Ada ile dede masada laflamaktadırlar. yaz akşamı güneş hala ısıtıyo. yemek sonrası sigara içilmekte. mutfağa dudu girer.

- ada ben gelin olimm. sen beni akkışla (alkışla)
- pamam duducum.
-hadi gennik(gennik) giyelim.
- ama aşkım gelinliğin yanı sökülmüştü ya. annanene söyle diksin.
- hayıırrrr sökünmedi.
- adacım valla söküldü hatırlamıyormusun?
-hatıllıyommm.
-eee o zaman.
- üüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüü
- tamam balım gidip bakalım o zaman.

SAhne 2
Yer Dudunun odası. giysi dolabı karıştırılmakta.o sırada yaklaşık 1 yıl önce şiiin geziden getirdiği küçülmüş beyaz bi elbiseyi alıp elinde sallar. aklı sıra duduyla dalga geçecek ya. kafasız kadın:)
-bak duducum bu da beyaz hadi giyelim.
-olmassss o küçük . yakısmazzz.
-aaaa lütten dudu. hadi giyelim.
Zor bela duduyu o elbise içine sokan ada, bıyık altından gülerek (burda bıyık altı deyimdir adanın kesinlikle bıyıkları yoktur.)
- aaaa dudu çok güzel oldu adacım valla.
- hayııırrrr yakısmadı. çok kısa yaaaa.
- ama duducummm
- üüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüü
- tamam güzelim. başka bi şey bakalım. (adanın gülmesi yarım kalmış, dudu özgür iradesiyle adasının eğlencesi olmamış kararlı bi genç kısdır.)
elbiseler arasında altında tülleri olan siyah kiloş etek kadife bi elbise bulup, omuzlarından tutarak gösterir ada.
-bu nasıl dudu.
-ebettt. çok güsel. pırpırları var. oynucam ya. döner bunnar. (:)
ne diyelim biliyo evlat.

sahne 3 yer dudunun mutfağı, ada dede hala laflamayı bitirememiş. dudu elinde kosla oxi action leke sökücü tutup sallamakta .üstünde hala az önce güzel kadife tüllü siyah elbisesi.

-adaaaaa.
-kızım ne yapıyosun ama bırak onu çok zararlı. ver annem.
- olmassss. halı silcem.
-ama adacım halımız temiz leke yok ki.
- hayıllll varrr.
- hani nerde.
dudu adanın elinden tutup, halı üzerindeki bi takım gölgeleri gösterek, eve temizlikçi almış çok bilmiş titiz ev teyzeleri gibi eli belinde. adada temizliğinden memnun kalınmamış bi temizlikçi pozunda boynu büküktür.
-bakkkkk. leke..
-peki adacım ver azıcık sıkalım ama uzak dur sen pamam mı?
-pamam.
halının gösterilen noktalarına sıkmakla kalmaz ada, bulduğu tüm gölgelere kosla oxi action'ı pıspıslar. her pısta ortaya çıkan beyaz köpük duduyu sevinçten deli eder.
- ada bak. kaaa yağdı.
- tamam adacım. şimdi bu karlar eriyene kadar beklememiz lazım. sakın elleme, elbisene değmesin. elbisen kirlenir .
- tamam.
-kızım çekil yaklaşma.
ada elinde oxi actionla mutfağa gider girmez dudu arkasında belirir.
-ada silelim.
-kızım dur silinmez.
- ama ada.
-hayır dudu.
iki dakikaya kalmaz dudu elinde yer bezi ile temizlik yapıp huzura ermiş bi mutluluk gülümsemesiyle bakmaktadır kapının ötesinden.
-dudu?sildin mi yoksa?
-ebet.
-aahh annem doğru banyoya ellerini yüzüne ağzına sürme. hadi koş koş.
eller iyice yıkanır. kurulanırken de konuşulur.
-dudu ben sana bekle sen silme, ben sileceğim, elbisen kirlenir, çok zararlı demedim mi?
-ebet.
-tamam demek ki biliyorsun ve sen beni dinlemedin. bu durumda bi mola gerekiyo gibi. doooruu odana adacım.
-amaa...
-ama yok odana gidiyosun ben de sana saati getiriyorum.
sallana sallana yürürken yüz asılmış, dudaklar dışarı çıkartılmış.
-küstüm sana.
- .....
- ada küstüm sana.
- yapacak bi şey yok. dinnemedin beni balım.
- ada küstüm sana. hatıllatmıyom sana, ben babama gidecem.

------------------------
eh buyrun bakalım. duduya hatıllatmıyo babasına gidecekmiş. anlayan anlamıştır sanırım. şimdi ben de diyorum. küstüm size. hatıllatmıyom ama ben tatile gidecem.

Cumartesi, Ağustos 12, 2006

offf kiii offff





Canım durum, nası bi dünyaya geldiini bi bilsen. ahhhh herşey bi yarış oldu gitti güzel ülkemde. "biri bizi gözetler mi gözetlerse özetler mi" ile başlayan furya,"benimle mi evlencen onunla mı evlencen, yoksa kaynanamla mı evlenecem"le devam etti. Sonrasında "en iyi ses ben de", "yok ses de ben de vüjütta bende". "en iyi ben söylerim", "benim torpil iyi gerisi boş", "tiyatro yapıyoz, parodi ediyos, biz çok komiğiz"le devamı geldi. Geçen sene de "asena mı taaa iyi yoksa tan mı" ile başlayıp, adını bile duymadığımız dansları, gözlerimizi tvden ayırmadan izledik. 3.sezonun sonunda baktılar ki millet kıvrak vücut görmek istiyor, çevirdiler oryantale. onlar için de yazacak sayfalarca post var ama, bu gece sanırım son nokta konulmuş oluyor. Son trend, bizi tv'ye mıhlıyacak son yarışma "Super Layd" . Cemil İpekçi ve etrafında bi hanım ve beyefendiden oluşan juri üyelerinin karşısına çıkan yurdum boş vakit zengini, o yarışma olmadı bu kesin olur diye kalkıp gelen, para kazanmanın kolay yolunun tv'den geçtiğini sanan, hatta buna tüm kalbiyle inanan hemcinslerim. Şimdi Cemil İpekçi ve ekibi tarafından hanımefendi olarak yetiştirilecekler.

Hanımefendi yetiştirme deyince aklıma Türkan Şoray'lı, Belgin Doruk'lu samimi Türk filmleri gelirdi. Hiç olmazsa ordaki kızcağızların hanımefendi olmak için "sevdiği adama ulaşabilmek" gibi daha anlamlı bir amacı olurdu. Tabii bunlar aklıma gelmişken "My fair layd" geçemeden edemeyeceğim. Neydi o meşhur repliği
"İspanya da yağmur,
Her yer Çamur"
Görüntüsü ve tavrı birbiriyle örtüşen "Audrey Hepburn" lü o filmdeki bazı görüntüler hayal meyal gözümün önünde...

Neyse sadede geliyorum. Nasıl layd yetiştirilir merak ediyorum, ne yapacaklar. Göz ucuyla bakıyorum da. offf kii offf. Bu nereye kadar devam edecek. Her yenisi piyasaya çıktığında bu kadar da olmaz dedittiren bu yarışın sonu ne olacak. Senin zamanında artık hayatta kalmak için mi yarışıyor olacaksınız. Ahh tarçınım, ah börtlenim. Yaşayıp göreceğiz:)

Salı, Ağustos 08, 2006

Canım Duducummm.

Bu blog işi senin için biliyorsun. Bu kadar küçükken neler yaptığın ve benim neler düşündüğümle ilgili. Bu yüzden günlerdir olan bitene sessiz kalmayı tercih ettim. En azından senin bundan haberin olmasın istedim. Ama sen daha üç yaşına varmadan, senin kadar şanslı olmayan küçük çocuklar, bebekler ve senden biraz daha büyük ablaların, abilerin, teyzelerin, amcaların, dedelerin ve anneannelerin tüm dünyanın ve ne yazık ki benim de seyirci kaldığım bir savaşın orta yerinde evlerinde öldürülüyor.

Bugün o insanların öldürüldüğü ülkenin başbakanı (yani koca bir adam, ülkeyi yönetenlerin başkanı) savaşla ve ülkesindeki insanların durumu ile ilgili konuşurken gözyaşlarını tutamadı. Sen bilirsin, büyükler kolay kolay ağlamaz, hatta amcalar hiç ağlamaz. Anla işte ne kadar çaresiz bırakmışlar...

Keşke yapacak bir şeylerim olsa ve sana "Dudum işte bak böyle yaptım" diyebilsem. Oysa ben de diğer sessiz izleyiciler gibi, seyrediyor, gözyaşı döküyor ve lanetliyorum.

Cuma, Ağustos 04, 2006

Kar durdu


Çarşamba, Ağustos 02, 2006

Eğer YARIN YOKSA (SON)

Yemekten sonra, ne kadar çekmece ve çanta varsa hepsini karıştırıp, bulabildiğim tüm telefon numaralarını bir araya getirdim. Üstümü değiştirip, telefonun önünde bağdaş kurdum. Önce eski ve hala bana yakın olan arkadaşlarımı aradım. Onlarla havadan sudan şeyler konuşup, sohbet ettikten sonra son olarak onları sevdiğimi söylüyor ve kapatıyordum. Onları seviyordum fakat bunu söylemeyeli o kadar zaman olmuştu ki... Her telefonda seni seviyorum demek içimi daha çok sevgiyle dolduruyordu. Evet onları seviyorum ve daha bir çok tanımadığım insanı da. Ssbahları sigara aldığımda bana günaydın diyen bakkalı, her seferinde hatrımı soran apartman yöneticisini de seviyordum. Her zaman yakındığım, benim için bir problem demeti olan bu şehri de seviyordum. Yaşadığım bu hayatı, mutsuzluklarımı bile seviyordum. Yaşamayı çok seviyordum. Şimdi ölmenin zamanı mıydı?

Gecenin ilerleyen saatlerinde arayabileceğim herkesi aradım. Biraz uykum gelmiş, biraz da yorulmuştum ama bu gece uyuyakalana kadar bir şeyler yapmalıydım. Mutfağa gidip kendime bir kahve yaptım, kahveyi yudumlayıp evi seyrederken aklıma, bu evi manzarası için tuttuğum geldi. Bu evi manzarası için tutmuştum ama dört aydan beri oturup, manzarasını seyredecek zamanı bulamamıştım. Pencere kenarında bir koltuğa oturup, dışarıdaki manzarayı beynime kazıyana kadar seyrettim. Bir kahve daha yaptım. Kitaplıkta ne kadar ölüme dair şiir varsa bulup okudum. Saat geceye yarısını çoktan geçmişti.


------------------------------------------------------------------------------------------


Ertesi gün, sehpanın üzerinde bir kahve fincanı, yerlerde bir iki şiir kitabı, eli kanepenin kenarından aşağı sarkmıştı. Tabi ki ertesi gün uyandı. Pazar günü gözünü açtığında saat öğleyi geçmiş, dışarıda iç karartıcı bir hava vardı. Sırtı kanepede uyuyakalmaktan tutulmuş ve midesi de dün yaptıklarından dolayı hafif ağrıyordu. Buna rağmen, büyük bir gülümsemeyle kendine geldi. Evet hala yaşıyordu ve yaşamaya da devam edecekti. Bir kaç hafta sonra gelecek telefon faturası biraz moralini bozacak, belki eski eşini affetiğine pişman olacaktı ama önemli olan bu yaptıklarının onu cumartesi günü mutlu etmiş olmasıydı. Bir kez daha yaşamın tadına varmış, bir kez daha yaşama bağlanmıştı. Daha sonra ki günlerde yine sağlıklı yaşamak için şeker kullanmayacak, sabah kahvaltılarını bir bardak portakal suyuyla yapacaktı. Yalnız, fırsat buldukça sevgisini dile getirecek, anne babasının mezarını ziyaret etmekte artık eskisi gibi acı vermeyecekti. Daha uzun bir süre yatağında ölümü düşünerek uyanmayacaktı. Ta ki; yapmak isteyip yapamadığı, ertelediği işler birikip, kendisi için bir şeyler yapmadığını hissedene dek...

Pazartesi, Temmuz 31, 2006

EĞER YARIN YOKSA ( III )

Öğle vakti olmuştu ve korkunç acıkmıştım. Uzun zamandan beri yemek istediğim, fakat mideme dokunur, kolestrolümü yükseltir diye yemekten çekindiğim bol tereyağlı, acı soslu iskender kebabını yemek istiyordum. Çünkü öleceksem, mideme dokunmasının ya da kolestrolümü yükseltmesinin hiçbir önemi yoktu. Büyük bir iştahla ve adeta koşar adımlarla şehrin en iyi iskenderinin yapıldığı yere geldim ve kendime; ağzıma layık koca bir porsiyon söyleyip iştahla yedim. Karnım doymuştu, mutluydum. Yüzümde sabah iliştirmeye çalışıp da beceremediğim gülümseme kendiliğinden belirmişti. Şimdi gökyüzü daha bir güzel, hayat daha yaşamaya değerdi.

Vitrinleri birbirinden güzel, mağazalarla dolu bir caddede yürüyordum. Ne yapsam diye düşünüp, vitrinlere bakarken birdenbire on gün önce beğenip de paraya kıyamadığım için alamadığım elbisenin önünde buldum kendimi. İçeri girip fiyatını bir kez daha sordum. Fiyatı aynıydı, değişen tek şey o elbiseyi istiyor olmamdı. Bir yandan kendi kendime gülüyordum, eğer öleceksem niye böyle bir şeyi alıyordum. Ama önemli olan bugün kendim için bir şeyler yapıp mutlu olmamdı. Elbiseyle birlikte araba doğru yürürken yine dalmış, ne yapayım diye düşünüyordum.

Eski anıları düşünürken, kendimi gençliğimin en güzel anılarını paylaştığım yerde buldum. Sahilde bir yere parkettim. Burası ailemden uzakta okuduğum için kalmak zorunda olduğum öğrenci yurdunun civarlarıydı. Ama hiçbir şey eskisi gibi değildi. O zamanlar bana eskiyi hatırlatan eski evler yerini blok apartmanlara bırakmıştı. Sahil kenarlarında bir tek yeşil yer kalmamıştı. Birden kalbim heyecanla atmaya başladı. Acaba yıllarca önce arkadaşlarımla oturup konuştuğumuz o eski kıraathane de yıkılıp, yeni moda bir fast-food mu olmuştu. Büyük telaşla yokuşu çıktığımda rahatladım. Eski kıraathane hala ayakta, hala eski ve anılarımla dopdolu beni bekliyordu.

Dere kıyısına yakın masaya oturdum, derenin akışını izliyordum. İşte hayatımda böyle akıp gitmişti. Ne çok insan tanımıştım, ne çok arkadaşım olmuştu, kiminin adını bile hatırlamıyordum. Bir çay içtikten sonra sahile doğru yürümeye başladım. İşte hayatıma giren ilk ve tek erkek olan eski kocamla buluşup, güneşin batışını seyrettiğimiz yer... Acaba şimdi ne yapıyordur? Boşanalı altı ay bile olmamıştı, beni nasıl da aldatmıştı. Bunları düşünerek telefon kulübesinin önüne geldim ve onu aradım. Ne yaptığını öğrenmeden ölmek istemiyordum.

- Alo... Buyrun.
- Merhaba.
- Alo... Sen misin? .... Nasılsın?
- İyiyim. Seni merak ettiğim için aradım. Ne yapıyorsun iyi misin?
- Hiççç. Bildiğin gibi çalışıyorum. Ya sen ne yapıyorsun?

Bir an bugün ölmeyi düşünüyorum demek geldi içimden, vazgeçtim ve yaramaz bir gülüşle;

- Ben de çalışıyorum. Şey.... Seni affettiğimi söylemek için aramıştım. Sana hiç kızgınlığım kalmadı.
- .................. Teşekkür ederim. ..... Buna çok sevindim.
- Kendine dikkat et. Umarım tekrar görüşürüz.
- Sen de dikkat et, tabi ki görüşürüz.

Bunu yaptığıma, daha doğrusu yapabildiğime inanamıyordum.

Sahil kenarına geri döndüm, bir kenara ilişip güneşin batışını tek başıma izledim. Hava yavaş yavaş kararıyordu ki evin yolunu tutmuştum. Eve geldiğimde önce dışarıda iyi bir restoranta yemek yemeye karar verdim. Yeni aldığım elbisemi giydim, süslendim, sonra vazgeçtim. Tek başıma lüks bir restorantta yemek yemenin bir anlamı yoktu. Üstümü değiştirmeden, evlere servis yapan lokantalardan birine yemek için bir kaç şey söyledim, soframı hazırlayıp, tek başıma mum ışığında yemeğimi yedim.

Pazar, Temmuz 30, 2006

EĞER YARIN YOKSA (II)

Bir yerlerden güne güzel başlamanın ilk kuralının iyi bir kahvaltı olduğunu okumuştum. Aceleyle mutfağa gittim, buzdolabından üç tane portakal çıkardım. Sabah kahvaltım: bir bakdak taze sıkılmış portakal suyu... Hayır Bugün bir bardak taze sıkılmış portakal suyu yerine, gerçek bir kahvaltı yapacaktım. Çay suyunu koyup apar topar bakkala gittim. Dolapta ağız tadıyla yenecek tek lokma bir şey yoktu, çünkü o yağlı beyaz peynirler, reçeller sağlığıma zararlıydı, çok yaşamak istiyordum ya... Bakkalda kahvaltıa yenebilecek herşeyi, hatta bana dokunduğunu bildiğim halde çilek reçelini bile aldım. Eve geldim, tereyağğında yumurtamı kızarttım. Çayın, Kızarmış yumurtanın kokusu ve çilek reçelimle bu kahvaltı sofrası beni o kadar mutlu etti ki, ister istemez düşündüm, ne kadar zaman önce bu kadar mutlu olmuştum diye... Masada bulunan herşeyin tadına baktım, çayımı da eskiden olduğu gibi şeker atıp içtim. Son bardağı da doldurup düşünmeye başladım. Bu zamana kadar neleri ertelemiş, neleri yapmamak için mazeretler uydurmuştum.

İlk olarak nereden başlayacağımı buldum. Bu beni pek mutlu etmeyecekti ama uzun zamandan beri yapılması gereken ve ertelenen birşeydi. Giyindim, doğruca şehrin öbür ucundaki aile mezarlığımıza annemi ve babamı ziyarete gittim. Mezarlığın kapısına geldiğimde, o ekzoslu ve kükürtlü havayı ciğerlerime dolduran derin bir nefes aldım. İşte burası eninde sonunda geleceğimiz yerdi. Ölüm ne garip bir duyguydu ve ne garip bir yerdi sonumuz...

Yıllarca üzerinde olduğumuz toprak, öldüğümüzde ise üzerimize örtülüyordu. Öldüğünde bu toprağın altındasın ama aynı zamanda başka yerdesin. Seni ziyarete geldiklerinde haberin olmuyor, haberin oluyor belki, ama konuşulanları duymuyorsun, duyuyorsun belki konuşamıyorsun ya da konuşuyor ama duyuramıyorsun; bu ne kötü bir karabasandı. Kimse bilmez orada nasıl yaşanır ya da orada mı yaşanır? Bunları düşünürken gözyaşlarım yanaklarımdan hafifçe süzülüyordu. Annem ve babam altı yıldan beri bu karabasanı yaşıyorlardı. Onları burada acı çekerken görmemek için gelmiyordum. Görmediğim zaman onları çok uzaklarda ve mutlu olduklarını düşünüp rahatlıyordum. Ölmeden önce bugün, onları ilk ve son kez ziyaret etmeliydim. Başlarında iki koca mezar taşından başka hiç şeyleri yoktu. Üzerlerindeki otları temizledim, suladım ve belki beni duyarlar diye uzun uzun konuştum. Oradan ayrıldığımda içimde sonsuz huzur ve mutluluk vardı.

Perşembe, Temmuz 27, 2006

EĞER YARIN YOKSA

Soğuk bir cumartesi sabahı, yattığım yerden, perdenin arkasından sızan gün ışığı ile odamı seyrediyordum. Yaşadığım birçok cumartesinden tek bir farkı vardı, bu cumartesi ölümü kendime çok yakın hisseediyordum. ÖLÜM. Ya bugün ölürsem, belki de ölecektim. Yattığım yerden bu düşünceyi kafamdan atıp biraz daha uyumayı düşündüm. Fakat faydasızdı, uyuyamıyorudum. Sabahın bu erken saatinde beni ancak bu düşünce yatağımdan kaldırabilirdi. Çünkü eğer öleceksem, ölmeden önce yapmak isteyip de ertelediğim, unuttuğum, hep sonralara yarınlara bıraktığım şeyleri yapmalıydım.

İsteksizce ve biraz da yorgun doğruldum, ayaklarımı sürüyerek yüzümü yıkamak için banyoya yöneldim. Aynada kendimi görünce ürkttüm. Evet, gerçekten de bugün ölebilirdim, gözlerim kançanağı gibiydi ve altında kocaman mor halkalar, bir yığın sebebini bile bilmediğim çizgiler . Ölecek kadar yaşlı mıydım? Yok canım sadece otuziki yaşındaydım, daha yolun yarısına bile gelmemiştim. Tam sevinecektim ki aklıma genç insanlarında nedensizce öldükleri geldi. Hem de benden çok daha genç insanlar ölüyorlardı, yani ölümün yaşı yoktu. Toparlanmaya çalıştım, ayna karşısında yüzümü şekilden şekile sokuyor , gülümsemeye çalışıyordum. Sonunda takma bir yüzle dolaşamayacağıma karar verip, kendime işkence yapmaktan vazgeçtim. Birazcık mutlu olmak istiyordum. En azından ölürken mutlu bir gülümseme olsaydı yüzümde... İçim burkuldu, boğazım düğümlendi. Kendimi hüzne bırakmayacaktım, teslim olmayacaktım çaresizliğe. Bugün öleceksem ne yapmalıydım ki mutlu olayım.

Blog benim kime ne?


Resimden de anlaşılacağı üzere, biraz eskilerden bi şeyler anlatmak istedim. yıl valla kaç bilmiyorum o zaman ki adıyla (ben de artık dedemler gibi "bizim zamanımızda riyaziye derlerdi." gibi cümleler kurabiliyorum) basın yayın yüksekokulu gazetecilik bölümünü bitirmiş, iftihar ettiğimiz, altı kız içinde farklı bir bölüm okuyarak bitirmeyi başaran çiçeği burnunda biricik arkadaşımız, mektebi bitirir bitirmez abone usulü çalışan bir dergide iş bulmuştu. Bulmakla da kalmamış bir müddet sonra derginin tüm işlerini yapar, tüm yazılarını yazar hale gelmişti. eh gençlik var, idealleri var, gece gündüz durmadan çalışabilme gücü var. ama bi yere kadar. Derginin boş kalan sayfalarını doldurmak için yazı yazı diye arandığı günlerden bi gün kalkıp bana "yaz bi şeyler bu sayıya koyalım" dedi. Valla baktığınızda, derginin şimdikiler komsept diyorlar ama biz ne diyorduk unuttum (yaşlılık işte:)) ) uygun yazabilecek malzeme yok ki bende. "Kız ne yazayım ki ben", "ayy yaz işte üç beş sayfa olsun". "iyi de sizin okurlar şaşırmasın" , "emin ol okuyanlar şaşırmaz, çoğu reklamını görmek için alıyo, dert etme o kadar" gibi bi şeyler dedi sanırım. Oturdum yazdım ben de:) İşte torpil denen şey böyle bi şeydi. Yazdıklarını yayınlatmak için dergi dergi, yayınevi yayınevi gezen onca yetenekli insanı bir anda geride bırakmış oldum. Bi kaç sayı süren bu yazı macerasından geriye karalamaları kalan bir öykü buldum eski kutuları karıştırırken...


Bu öyküyü tekrar okumak istediğini söyleyen pek kıymetli arkadaşım murat hocamı kırmayarak, bu vesile ile gün yüzünü yıllar önce görmüş (itiraf ediyorum tam 13 sene önce) olan bu öyküyü hepinizle bi kez daha paylaşıyorum:) Çok hoşunuza gitti de mi? :)))) Blog benim kardeşim istediğimi yazarım... Evet Öykü başlıyor...

Salı, Temmuz 25, 2006


Uzak gelmişti, aslını istersen gelmez gibi gelmişti. Ama işteeeee gün o gün olacak. Beklemediğim, bilmediğim, ummadığım bi şey miydi? Hayır . peki neden kendimi hazırlıksız hissediyorum. Erken mi sıkıntım bundan mı? Daha ne kadar bekleyecektik ki. Kendimi bu fikre alıştırmam lazım. İsli, puslu soğuk bir kış sabahı gibi, serin ve nefes kesen bi ağırlığı olacak havanın... Bunu koydun mu? aaaa bunu da vermeliyim? Ay bu en sevdiği ayşesi. Kalkıp, hem kendimi hem çantanı hazırlamalı. Göçmenliğinin ilk uzun yolu açık olsun dudu.

Pazartesi, Temmuz 24, 2006

yanılgı


Yandaki resmin yazacaklarımla hiç bi ilgisi yok. Sadece bilenler bilsin yazıyı kimin için yazdığımı diye eklenmiştir.

Zaman pek bi değişti de ben mi demode oldum bilmiyorum. İlişkilerdeki sırrı çözebilecek olgunluğa eriştiğimi hissettiğim şu yaşlarda bile farkediyorum da hep bi muamma olarak kalacak galiba...

Bilen ve öğreten apla sendromundan kurtulamadığım için olsa gerek, her soruya bi cevap bulabilme kabiliyeti içinde olmam dolayısıyla ve soranların yaşını epey bi aşmış olman rahatlığı ile konuşurum zaman zaman.

ilişkilerin nereden çatlak verebileceğini, en azından tanıdığım, içini dışını bildiğim, sevdiğim insanların nerede hata yapabileceğini keşfettiğim için, doğru yönlendirmeye çalışıyorum kendimce. kendisinin göremeyeceği ya da düşünemeyeceği şeyleri hatırlatıyor, ilişkilerine başka bi pencereden bakmalarına yardımcı oluyorum. yine öyle yaptım, bilen ve öğreten apla konumunda söyleyebileceklerimi söyledim. onun yerine mazeretler buldum, "belki böyle düşündü" , "belki bunu demek istedi" gibi. ama artık itiraf ediyorum. senin eylem ve söylemlerine farklı bi bakış açısı getirecek güç bırakmadın bende. yanılmaktan hoşlanmam, ilk gördüğümde edindiğim izlenim çok ender yanıltmıştır beni. İşte sen de hakkında yanıldığım kişilerden biri oldun. Güzel bi ilişkiniz olabileceğine inanıyordum. "DUM" diyorum dili geçmiş zaman. aynen senin şimdi benim gözümdeki konumun gibi. geçmişte kaldın. Sevdiklerimin üzülmesine tahammülüm yok. Masum isteklerin bile karşılığını bulamaması insanı deli eder. bilen ve öğreten aplanın kardeşi; en güzelini yaptın. Epeyden beri sen haklıymışsın. öpüyorum seni.