Cumartesi, Mart 31, 2007

Güzel cümleler kurmak, birilerini en doğru ve en eksiksiz tariflemek gibi bir yeteneğim ne yazık ki yok. benim sadece öykülerim var. Yaşanmış... geç kalan bi post bu... beklenen bi post aslında.
aklımda bi öykü var. hava kararmak üzere, kasabanın minaresinden "Allahu ekber" sesi yükseldiğinde, eve dönüş için geç kaldıklarını anlamakta abla. kardeşini de kendisi gibi koşması için zorlamakta. küçük bacakları ablasının hızına dayanamayıp dolaşmakta. tüm kestirmeleri bilmekte abla, en kestirmeden gidebilmek için üç eltilerin arka bahçesinden geçmeliler, dar ve taşlı bi patika... dolanan bacaklarına engel olamayan kardeş, o küçük patikadan yuvarlanmakta ve beraberinde neredeyse kendi bedenin yarısı bi taşı da yuvarlamakta. küçük kardeş yerçekimine karşı koyamayıp, toprağa kapaklanmakta ve o koca taş, incecik el parmaklarının toplandığı pamuk gibi elinin üzerinde... Küçük kardeş acıdan gözleri dolu, ama abla telaşlı, taşı kaldırır, eline bile bakmadan koşmaya devam etmesi için onu zorlar. Ezan sona ermeden evin kapısını çalarlar. nefes nefese... o zaman abla dönüp küçük kardeşinin eline bakar. o minik eli üç katı gibi olmuş ve morarmıştır. Boğazına koca bi yumru düğümlenir. Sonrasında anneleri çiğ patates rendesi, çiğ et, rende soğan gibi ev ilaçları ile tüm şişliği geçirir iyileştirir küçük kardeşi.

Arada aklıma geldikçe bu öykü, yine o yumru düğümlenir boğazıma. üzülürüm o küçük kardeşin şişen eline. Canım kardeşim, küçük kardeşim, kızıl meleğim... Ayşenaz'ımın annesi. Bebeğimiz hayırlı uğurlu olsun. Allah uzun ve sağlıklı, mutlu ömürler versin, acısını göstermesin...