Salı, Eylül 25, 2007

Bi Duru'm var. Oyunu hiç bitmez. İşi hep bahar.

4 yıl önce bugün JFK Hastanesi'nin hatırlayamadığım bi odasında, kızkardeşlerim Şirin ve Sibel'le birlikteydim. Narkozun etkisi geçmeye başlamıştı. Tecrübelere dayanarak yürümem gerekiyordu. Sağ elim bandajın üstünde, sol elim hastane duvarlarına dayanarak bildiğin volta atıyor, bebek odasının orada bi kaç dakika duraklayıp, kızıl saçlı mucizeye bakıyor, sancımı geçiştirmeye çalışıyordum.

İlk doğduğun günden bahsetmedim sana hiç. Sabah erken saatlerde hastaneye gelmemizi istediler hazırlıkları tamamlamak için. Arkasından bağcıklı bildiğin ameliyat önlüğünü giydirdiler. Kimler vardı. Anneannen, deden, babaannen, baban, teyzelerin, Nur, Yıldız, Asiye, bu kadar galiba karşılama komitesi. Sonra hemşireler geldi beni aşağı indirmek için. Hasta yatağına yatırdılar ve tekerlekler üzerinde sürüyerek odadan çıkardılar. İşte o an, annemle gözgöze geldim. Bu sahneyi bi kez daha yaşamıştık, üstelik 3- 5 ay önce. O zaman, annem bu yatakta, ben de ayakta onu uğurluyordum, sonucunu bilmediğim bi yolculuğa. Göğsünde kancalarla çıktı sonra, sonra göğsünde ve sol ayağında kocaman etten bi fermuarla tekrar aramıza döndü. İşte annemle gözgöze geldiğimde aklım başıma geldi. Ben de ciddi ciddi narkoza arkasından da ameliyata alınacaktım. Çok hızla etrafımdakilerle göz göze gelmeye çalıştım. Belki de son göreceğim tanıdık yüzlerdi benim için. Asansörle aşağı indirdiler. Bildiğin bodrum anneciğim. Neyse, ameliyat masasına yatırdılar. Bi adam geldi yanıma. Ellerimi bağlamak istedi, yani bağlıyolarmış. "Ne olur bağlamayın. Ben uyuyana kadar bağlamayın. " iyi insan evladıymış bağlamadı beni. "Sakin olun o zaman. şimdi damar yolunuzu açacağım. arkasını dönüp sol kolumdan damar yolumu açtı. serumu bağlıyordu ki. başka bi adam kolumu bağlamaya başladı. Tekrar "bağlamayın" dedim. En son hatırladığım damar yolumu açan adamın, bekle uyuduktan sonra bağlayacağız" dediğiydi. minnetle baktım gözlerine ve sonrası karanlık. Uyandım. Aynı odada yalnızdım. Soğuktu. Üşüyor ve galiba ağlıyordum. Bi hasta bakıcı geldi yanıma.
- Bebeğim iyi mi?
- Doğrulmayın. İyi bebek.
- Kız mı?
- Evet kız.

Sanırım, üst katta odaya çıkarana kadar gördüğüm tüm hastabakıcılara aynı soruyu sordum. İyi mi? Kız mı? Bu inanmazlıktan değil, narkozdandı. Unutuyor, sorup cevabı aldıktan sonra hatırlıyor ve yine ağlıyordum.

Üst kata çıkmıştım. Herkes bıraktığım gibiydi. Aslında bıraktığım gibi değildi. Rahatlamış, mutlu ve sevinçliydiler. Odaya girince yine aynı şeyi sordum.
- Anne bebeğim iyi mi?
- Çok iyi kızım.
- Abla çok iyi çok tatlı valla bak.
- Anne kız mı?
- Kız anneciğim kız.
- Evet abla kız.
- Abla kız.
- İyice baktınız , karıştırmasınlar .
Gülüşmeler.
- ya gülmeyin. oluyo böyle şeylr. biriniz gidip bebek odasında beklesin.
- kızım karışmaz merak etme.
- ne zaman getirecekler.
- gelir birazdan.
Saat: 12.30 gibi çıktım odaya ama seni tam olarak hangi saatte getirdiler hatırlamıyorum. Kafam çok bulanıktı.
- Kime benziyo?
- Gelince görürsün.
Yeni doğan bebek neye benzicekse artık.
- Ne zaman gelecek.

Kapının önünde bi uğultu. Dışarıdaki kalabalık içeri doluştu. Herkes bu anı kaçırmak istemiyordu. Ana kızın ilk buluşması. Seni gördüğümde ne hissedeceğim bilmiyordum. Dedim ya narkoz da var damarlarda. Tekerlekli şeffat bi bebek yatağında getirdiler seni içeriye. Doğrulmaya çalıştım seni görebilmek için ama olmadı. Kapıdan girşinin ardından, gözlerimden akan yaşlara engel olmak pek mümkün değildi ve gözyaşları yüzünden seni seçemiyordum nerdeyse. Sonra insanlıklı bi hemşire seni kucaklayıp koynuma koydu.
- Kızımmmmmm.
- Yavrummmmm.
- Bebeğimmmm.
Bu sözcükler ağzımla birlikte yüreğimden de çıkıyor olmalı ki üçüncü seslenmemin ardından.
- Höööööö
diye bi nida ile ses verdin. Gülüşmeler arasında annem dayanamayıp sordu.
- kızım kime benziyo.
- kime?
-bak bakalım.
- anne bi şey göremiyorum. hemşire hanım yüzünü çevirir misinz bana?
Doya doya bi yüzüne baktım. Annem yine sabırsız.
-kime benziyo?
- Bilmem
-İyi bak. Mesela saçları. deyince, saçlarına baktım. İşte o zaman, neden hastanedeki diğer bebeklerle karışmayacağını anladım. Sen kızıldın. Aynı Şirin teyzen gibi. Tam bi sürprizdin. Gelişini beklerken, aklımın ucundan bile geçmeyen bir saç rengiydi bu. Siyah olabilirdin. Kumral olabilirdin, hatta sarışın bile olabilirdin ama kızıl... İşte bu mucize gibi bi şeydi.

Aslında hiç durmaksızın yazmak geliyo içimden ama okurken bıkıp yorulma. İşte ilk karşılaştığımız gün böyle bi gündü. O günden bu güne tam 4 yıl geçti tarçınım.



Umarım öyle de olmaya devam eder. Seni çok seviyorum kızım.
Daha nice mutlu yıllara sağlıkla, mutlulukla, sevdiklerin ve istediklerinle birlikte ulaşman dileğiyle.
Mutlu Yıllar Duru'm.

Salı, Eylül 18, 2007

Bilibili'ye sevgilerimle:)


Gördüğünüz üzere, alelade bi oda değil mi? Pencereden yeşilliler göründüğüne göre muhtemelen ikinci kat. Gün içinde bu odaya kaç kez girdiğimi, bu masanın üzerini kaç kez toplamaya kalktığımı hatırlamıyorum:) Odamı yalnız başına bırakıp, işyerinin başka odalarında bilgi kovaladıktan sonra, her zaman ki gibi kapıyı açıp içeri girdim. Burdan göründüğü üzere herşey normal gibiydi.



Birkaç adım daha attığımda, bi değişiklik sezdim. Farklı bi şey vardı odamda. her şey yerli yerinde gibiydi de değildi de...

Bi kaç adım daha atıp, duraladım. O durduğum bi kaç mili saniye içinde aklımdan ilk geçen şeyi gülümseyerek (öyleee kilometrelerce uzakta bi ihtimaldi ki:)) ) uzaklaştırdım. Sonra, yine aynı mili saniye içinde içimden bi korku gölgesi geçti.
Kimdi bu benim sandalyeme gül yaprakları dökecek kadar çaresiz kişi. Ama düşündüğümde, bizim orası da yol geçen hanı değildi ki. Güvenliğimizi aşıp ellerinde gül yaprakları ile bi erkek ademoğlu benim odama öyle elini kolunu sallayarak giremezdi ya. Bu ihtimal daha da korkuttu benim. Annecimm ofiste sapık varrrr...


Gözlerime inanamayıp, biraz daha yakından baktım. Yok valla bunlar gül yapraklarıydı ve üstelik bi tek kırmızı gülde üzerindeydi. Hemen karşı komşumu arayıp, odama giren kim diye sormak için telefonu elime aldım.



Telefonu elime alır almaz da aklıma geldi bu işi yapacak olan zat-ı muhterem. Bizim bilibiliden başka kim yapardı ki bu eğlenceyi. Hemen aradım onu:
-imdat güvenlik, bölgede bi cinsi sabık var. silahları alıp gelin. tabi ne kadar ciddi yapmaya çalışsam da cümlenin sonu gülüşmelerden anlaşılmadı.

Kendisi gülerek olay mahalline geldi.

-Kız dedim. ilk önce aklımı aldın. kim bu manyak diye.
-hadi be hangi adamın aklına gelecek bunu yapmak. zaten birinin aklına gelse gider onla evlenirdim kocamla değil:)) (Bu arada yazıcının hemen önünde bulunan kalp şeklindeki mavi şey için bakınız )


Sonra gül yaprakları toplayıp maasaya koydum. Çok güldük, hatta o yaprakları başım
dan aşağı dökülürken bile fotograf çektirdik ama onları yayınlamıcam:)


Tek gülü ve gül yapraklarını uygun bi yerde kurumaya bıraktım. Siz de farkettiniz mi ilk girdiğimde odam ne karanlıktı, şimdi sanki biraz daha aydınlık gibi değil mi?

Cuma, Eylül 14, 2007

Kedim - Ezginin Günlüğü

Bi kedim var oyunu bitmez işi hep bahar

Bi gemim var dumanı tütmez peşinde martılar

Bi yolum var gideni dönmez kalanı yanar

Bi yerim var adresi olmaz sonsuza kadar (bi rüya anlatmıştım sana hatırlar mısın? hani seni götürmek istediğim ama bi türlü neresi olduğunu bilemediğim. babama ısrarla sorduğum ama asla tarif edemediğim. uyandıktan sonra farkına vardığım. işte şarkıda geçen "bi yerim var adresi olmaz sonsuza kadar" yer orası. hayallerin adresi olur mu?)
Sözler geri dönmez
Geri dönmez bakışlar
Kuşlar geri uçmaz
Geri konmaz aşklar

Bi sazım var hiç elim gitmez köşede yatar

Bi sızım var hiç ilaç kar etmez içimi yakar

Bi kapım var açanı olmaz boyuna çalar

Bi gözüm var sileni bulunmaz durmadan akar

Sözler geri dönmez
Geri dönmez bakışlar
Kuşlar geri uçmaz
Geri konmaz aşklar

Perşembe, Eylül 13, 2007

buyrun:)

dede - duru ver elini kızım
dudu- ama asansördeyiz dede. sokaklarda caddelerde elimi tutabilirsin ama asansörde tutmana gerek yok ki.
dede- efendim.
dudu- bazı kurallara uymak lazım. böyle şeylere dikkat etmek lazım.

annem babam tv ve bizim ev:)

Bizimkilerin mutad yatılı ziyaretlerinden biri daha. P.tesi günü yeni başlayan "Bıçak Sırtı" isimli diziyi izliyoruz. Dizide Fikret Kuşkan var ki, ben kendileri ile Oktay Kaynarca, Ziya Kürküt ve ismini şimdi anımsayamadığım dört yağız delikanlının üniversite günlüğünü anlatan ve çok da uzun soluklu olmayan (ki muhtemelen "rayting" denen şey icat olmamıştı, olmuştu da nası ölçüleceği henüz keşfedilmemişti ) Gençler isimli dizisinde keşfetmiştim. O zamanlar yaş tabi nerden bakarsan bak 18:) ay en çok hangisi yakışıklı diye işin içinden çıkamaz ama cüsse olarak minyon tipli olan Ziya KürKüt'e zaten düşük not veren ben, Oktay Kaynarca ile Fikret Kuşkan arasında seçim yapamazdım. Oysa ki o iki delikanlı da kapımda karar vereyim de birisiyle çıkayım diye beklerdi. Ama şu da beni düşündürüyordu, şimdi Fikret'i seçiş olsan Oktay onu döverdi. Oktay'ı seçersem de Fikret kendini alkole verirdi. Şimdi düşündüm de iyiki bi karar verip seçmemişim. Yoksa Türk Sineması iki iyi jönden birini kaybetmiş olacaktı.:)))) O zamanki halimi düşündüm de, yarasa kollu kot pantalon içine sokulmuş kazaklar, kazakların kotun içine sokulması yetmezmiş gibi, bir de pantalon paçaları çizmelerin içine sokulurdu. Bi sokulma modasıdır gidiyordu. Aslında sokulma değil de sıkıştırma modasıydı bu. Çünkü yine o yıllarda kıvırcık saçları şakaklardan sıkıştıran kelebek tokalar da modaydı. Ve ayrıca kelebek tokan yoksa, Serpil Çakmaklı modeli saçları bıngıldak hizasında sımsıkı sıkıştırabilirdin. Şimdi olduğu gibi o zamanlar da akranlarına göre irimence bi kız çocuğuydum. Yani şimdiki zamanımla ilk gençlik yıllarım arasında kalan üç beş yıl oldukça formdaydım. Bundan siz okurlara neyse. Lafı nasılda dolandırdım.

Biz ailecek dizi seyrediyoruz. Nejat İşler'i görünce annem bombayı patlattı " aaaa başbakan'ın yiğeni de oynuyomuş bu dizde"
- nası yani anne.
- basbayağı.
- anne hangi başbakanın
-şimdi ki tayyip'in
- hadi be sende
-valla kızım geçen gün duydum.
- olur mu canım
- ya valla ablasının oğluymuş.
şaşırdım ama annem durduk yere söylemez böyle bişi. bi de diziyi seyredecem ya üstünde durmadım.

ertesi gün. günlerdir beklenen bindirbin gece başladı. finalde esas oğlanla kız evlenceklermiş. biri çıkıp esas oğlan bana para vereyim de uyuyalım demiş. esas kız da öteki kıza daha fazla para vereceğini öğrenince bozulmuşmuş galiba tam bilmiyom ama onu seyrederken annem ikinci bombayı patlattı.
-biliyo musun bu çocuk kimle evlendi.
-hangi çocuk anne.
-hani şu gökgözlü çocuk
-halit ergenç mi anne
- hıı evet.
- kimle evlendi.
- ibrahim tatlıses'in kızıyla.
-ibrahim tatlıses'in kızı mı var anne.
-aaa sen nerde yaşıyon. perihan savaş'tan var ya bi kızı.
- haa doğru ya. eee.
- işte onla evlenmiş
-hadi canım
-aaa sen de her dediğime aaa diyon.
- anne karıştırıyon.
- sen de beni iyice saf yaptın ama.
- ne ilgisi var anne.
- valla kız, selda söyledi.
- bak anne gugıla bakarım ha...
- nası bakcan
- bilgisayardan.
-iyi bak da cahil kalma.
-anne bakıyom bak.
-eee bak kızım
- anne halit ergenç o kızla evlenmemiş.
- kimle evlenmiş.
- ............. isimli bi kızla.
- ibrahim tatlıses'in perihan savaştan olan kızı kimle evlenmiş o zaman.
- bi kebepçının oğluyla.
- aaaaa tüh yanlış mı oldu şimdi.
- anneee.
- efenim.
- anne nejat işler de tayyip erdoğan'ın ablasının oğlu değilmiş.
- aaaaa seldada bana hep yalan haber vermiş.
bi kaç dakika sonra.
-yücel. ayla algan kaç yaşındadır.
- bilmem 60 vardır.
-daha fazladır canım ben çocukken o yetişmiş kızdı. (Bu da annemn klasik yaş tahmin raporu.)
- olabilir semra.
- anne bakiim mi kaç yaşında.
- hadi baksana bakalım kaçmış.
- 1937 doğumlu.
-bak dedim ben benden büyük diye.
-bi de ayten alpman'a baksana kızım.
- 1930
-ee tabi vardır o kadar.

Bi ertesi gün. babaşin canı muhallebi istemiş. Saat: 22.30 civarı.
-semra ne kadar süt alayım. bi tane yeter mi?
-yeter mi?
-ne bileyim sana soruyorum.
-bi şişesi anca ona yeter, ben içicem, duru içicek. yeter mi?
- tamam alıp geleyim.
babam bakkala gider. 1 şişe sütle döner. ben supangle yaparken, annemde kocasına nanelimon yapar. içerden babam seslenir
-hanımlar. kıraç'la sezen aksu şarkı söylüyo.
annem yanıbaşımdan aynı şeyi tekrarlar.
-sezen aksu çıkmış. kıraçla söylüyomuş. gel hadi.
-anne gelemem ki kaynamak üzere sen git.
içeri girince şöyle bi konuşma olur.
-yücel hani sezen aksu.
-işte kıraçla söylüyo.
-kocacım bu mu sezen aksu
-değil mi?
-allahını seversen, bu kızın neresi sezen aksu'ya benziyo.
-ne bileyim uzaktan benziyodu.
-eh be kocacım ne kadar uzaktan da olsa. bu kızın boyu uzun. sezen aksu da boy yok. bu kızın dudaklarıince sezen'in dudaklar köfte.
-ne bileyim öyle sandım.
-üstelik sesleri de benzemiyo.
içerden supangle karıştırırken olaya müdahale ediyorum.
- ay anne. babam funda arar'la sezen aksu'yu karıştırmış alt tarafı. senin gibi asparagas yapmıyo.
babamla ikimiz yerlerdeyiz. annem küsüyor.
-aman size de haber vermeye gelmiyo. bundan sonra bi şi duysam da söylemicem. :)))))

Pazartesi, Eylül 10, 2007

duru iki seçme.

cuma akşamı dedelere gittik. bizim vardığımız saatlerden 1 saat sonra başlayan yoğun yağış sonucu, sanki tüm pencereler açıkmış gibi evi su basmaz mı? ada ile duru bi sürü yer bezi ve iki kova ile su baskınına karşı tam donanımlı askerler olarak olaya müdahale ettik ama inanın ilk başlarda hiç kolay değildi, şakır şakır akıyodu çünkü tüm pencereler. bu duruma duru'nun şu özlü sözleri damgasını vurdu . "ada canımız belada".

7584.kez izlediğimiz winx cdlerinden birini yine koyduk. ama bi süre sonra cd atlayıp baştan itibaren çalışmaya başladı. bi kaç tekrardan sonra ki duru'nun yorumu. "ada, bu cd yorulmuş."

Pazar, Eylül 02, 2007

fotografsız blog...

Tatildeydim.
Sandal ağacının koca gövdesinde, kollarının gölgesi ve güveninde, kokusunun sakinleştirici etkisinde dünyanın sonunda bi yerlerdeydim.

Döndüm.
Üstümde güneşin sıcağı ve denizin tuzu, genzimde sandal ağacının kokusuyla...

Yine gideceğim. Kimbilir bi daha ne zaman.