Salı, Aralık 18, 2007

Gloomy Sunday

sunday is gloomy
my hours are slumberless
dearest the shadows
i live with are numberless
little white flowers
will never awaken you
not where the black coach
of sorrow has taken you
angels have no thoughts
of ever returning you
would they be angry
if i thought of joining you?

gloomy sunday

gloomy is sunday
with shadows i spend it all
my heart and i
have decided to end it all
soon there'll be candles
and prayers that are said i know
but let them not weep
let them know that i'm glad to go
death is no dream
for in death i'm caressing you
with the last breath of my soul
i'll be blessing you

gloomy sunday

dreaming, i was only dreaming
i wake and i find you asleep
in the deep of my heart here
darling i hope
that my dream never haunted you
my heart is telling you
how much i wanted you

Salı, Aralık 11, 2007


Yukarıda fotoğrafta gülümseyen genç çifti hiç tanımadım. Ama bizlerden biri tanıyordu, yoksa nasıl fotoğrafları benim evimde olsun. Anneannemlerin ve babaannemlerin evlerinde bulunan tüm fotoğrafları toplamıştım. Bu da o fotoğraflardan biri. Dediğim gibi, kim olduklarını, ne yaşadıklarını, ne yaptıklarını bilmiyorum. Bildiğim tek şey, bi zamanlar benim de fotoğraftaki genç kadın kadar genç, umut dolu, masum ve gülümseyerek baktığımdır hayata.
Bugün Ferzan Özpetek'in son filmini izledim. "Bir Ömür Yetmez"... Neden böyle Türkçe'ye çevirdiklerini de hiç anlamadım. Film hakkında bi şeyler yazmak istemiyorum galiba. Sadece Ekşi Sözlük'te bulduğum bi alıntıyı yazacağım. Belki yukarıdaki fotoğrafla bi bağ kurarsınız. Bu gecelik hepsi bu. Varlığına ve gücüne inandığınız yaratıcı hep yanınızda olsun...

Ferzan Özpetek'in 14 şubat 2001 yılında yazdığı dua misali mektuptur.

sevgili gökyüzünün efendisi, seni çocukluğumda pek tanımazdım. sakın onu yapma çarpar, sakın bunu söyleme cezalandırır, derlerdi. sonra yavaş yavaş hayat ile birlikte seni tanımaya, sevmeye başladım. akşamları uyumadan önce seninle gevezelik ederdim. hala ara sıra ederim... çayırlardaki papatyaların, gökyüzündeki yıldızlar olduğunu bilmiyordum daha henüz. aşkı seninle tanıdım. renkler, sevgi, acı, ayrılık, sevinç, özlem. hepsinde buldum aşkını. yıldızların ve yeryüzünün, hepimizin babası, o'na ve denize verdiğin mavi için minnettarım sana. sen bilzeri aşık etmeye devam et. düşman halkları birleştir, barıştır, sınırları kaldır. şaşkın ve çaresiz gençliğe yol göster. insanoğlunun insanlara ve tüm canlılara yaptığı eziyetleri engelle. senin aşkını bilmeyenlere, yeryüzündeki cennet ve cehennem ile aşkı tattır. çaresiz ve yalnız yaşlı varlıklara, sokak köpeklerine, aç susuz yavrulara yeryüzündeki cenneti tattır. gökyüzünün ve hayatın efendisi, bu dünya ki kalp kırılmaları ve beklentileriyle zalim ama yanıtları, asla sona ermeyecek olan tan ve şafak güvencesiyle müşfiktir, bu dünyaya huzur ve teselli ver. çocukluğun ışığına sonsuz bir dönüş gibi adeta yaşlanıyoruz. öleceğiz. ne önemi var? geri gelceğiz. bütün her şey gibi.

Çarşamba, Kasım 28, 2007

şeytan ve bacağı

Uzun süredir, şu başımdaki şeytanın bacağını kıramadım gitti. Gece yatağa yattığımda (tabi Duru hanımın uykuda olduğunu gösterir şaaane horlamasını huzur içinde dinlediğim saatlerde... Çünkü kendisi uyumuyorsa, bıraksak sabaha kadar sohbet edeceğiz. Bu konuda çok yetenekli, hem konu bulma hem sohbeti sürdürme hem de dinleyiciyi sıkmadan konudan konuya atlama... Kime çekmişse... bezan onu dinlerken benim uykum geliyo...) şunu da yazsaydım bunu da yazsaydım diyor, fakat iş fiile eyleme geldiğinde taş gibi kesilip kalıyorum. anladığım şu ki, ben kurgu insanı değilim pek. aklıma gelecek yazıcam. yoksa onu da yazayım bunu da yazayım, hatta onu da şöyle yazayım dediğim zaman ellerim tutuluyor.

her ne ise; yazmaya engel olan yazı şeytanı ve o şeytanın sol bacağını bulduğum takdirde kıracağımı ve yazacağımı umuyorum. aklımdaki konu başlıklarını yazarak bacağı aramaya başlayabilirim sanırım.
- Çerkeş prensesi
- Kardeş meselesi
- musallat
- uyku öncesi söyleşiler
- binbir gece masalları
- üç turunç üzerine denemeler ( bir masal tahlili)
bakın konularım oldukça çok ve hepsi de birbirinden şahane:)

aslında şu çerkeş prensesini çala kalem yazayım da aradan çıksın. Efenim başlıyorum.

Şimdi hepimizin hayat gailesi içinde bol bol kitap okumaya zamanı olmuyordur. Hele de bu kitaplar best seller değilse; bulunup okunma şansı daha da düşüyordur. O yüzden sevgili yuse'nin okuyup, bi kaç anektot aktardığı bir kitaba ilişkin bi kaç satır karalayacağım.
Kitap, son osmanlıların harem hayatına ilişkin, harem hayatı dediysem yanlış anlaşılması. haremde yaşayan bir prensesin gözünden, günlük harem anıları. bu hanım padişahın başeşinin nedimesiymiş galiba. Valla kitabın dili, konusu hakkında hiç bi bilgim yok ama yuse'nin anlattığı bi hususta GÜM'de epey bir G çevirdik. Olay şu efenim. Padişah ve efradının ülkeyi terkederken yanında istedikleri kişileri götürmelerine izin veriliyor. Ve padişahın eşi, nedimeler içinde seçim yapmak zorunda kalıyor. Tüm nedimeler yalvar yakar "beni götürün, beni götürün" diye. Bizim prenses gidecekler arasında seçiliyor, fakat artık ülkeyi terketmenin verdiği üzüntüden midir yoksa başka bi şeyden midir bilinmez, tam 5 saat baygın kaldığı için götürülemiyor.

diyeceksiniz, ayıp değil mi ne dalga geçiyorsun. ama kendimi o anı düşünmekten alamıyorum. Koca devletlu, hanımın odasına giriyo. "hatun, hadi gidiyoruz" diyo. Efendim hatun nereye gitsin. "padişahım, nedimem ..... hanım baygın ne yapalım." padişah hazretleri "nası yani, alla alla. dürt uyansın". aradan bi kaç saat geçiyo. "eee hadi", " yok hala baygun padişahım". "eeeee bırakın o zaman." beş saat sonra kendine geldiğinde, ne hanım, ne padişah ne de saray. "tüh fazla baygın kalmışım." :))))
işte çerkeş prensesi hikayesi buydu. ben çok güldüm. kimse kırılmasın. hatta istiyosanız siz de doya doya gülün....

Cuma, Kasım 16, 2007

Kırk yılın başı faydalı bi iş yapayım dedim. Çünkü dün gece ararken bütün manikürlü tırnaklarımı tek tek kemirmek ve dişlerimle kazımak suretiyle otantik bi görüntü kazandırmış durumdayım. Efenim faydadan önce, faydanın hikayesini anlatayım.

Bizim Semra hanım, kendisi dudu'nun annennesi olurlar efendim. Geçen haftasonu teşrif ettiler malikanemize. (bu kadar öncesinden başlayacağımı ben de tahmin etmemiştim, kısa kesiyorum.) Efenim kendisi ben diyeyim 15 siz diyin 20 senedir diabetlidir. Halk arasında şeker hastalığı olarak bilnmekle birlikte, bunların tip1 tip2'si vardır. Şimdilik öğrenmekte acele etmiyorum, nasılsa günün birinde (40'lı yaşlarımın başında) kendisiyle müşerref olacağım. Annecazım, diabet olmakla kalmamış, ayrıca sabah öğle akşam ve gece olmak üzere günde 4 öğün insilün kullanmaktadır. Teknoloji işte, bu insülinleri (özellikle farklı yazıyorum. dedim ya faydalı diye, insan yanlışta aratsa gugıldan bulsun diye. insilün insülin inisülün inisilün vb) dolmakalem büyüklüğünde bir mekanizma içine yerleştirip enjeksiyonu kolaylaştırmışlar. İşte o enjektörlerden Aventis (Avantis diye de aramış olabilirsiniz) Optipen Lantus insilün enjektörü(beyaz) dün gece arızalandı. Yanyana üç çizgi gözüktü ekranında. Biraz anne, biraz baba oynadı, "o öyle değil, böyle olacak, ver bana, aman al yap, yazık yazık bozuldu, ben ne yapcam şimdi" gibi cümleler eşliğinde enjektörün bozulduğuna karar verdiler.

PC'nin başındaydım. Başladım aramaya. yani aventis, optipen yazınca bişiler buluyosunuz ama işe yarar şeyler değil. Avetis'in telefonuna ulaştım ama gece vakti kimse açmadı tabi. Sabah işe geldim ilk iş aradım. Ordan başka bi numara verdiler, o numarayı aradım, ordan da başka bi numaraya yönlendirildim. sonunda derdime derman oldular. Bana bizim bölgenin yetkili mümessilinin cep telefonunu verdiler. bizimkiler birazdan gidip, eski optipeni verip yenisini alacak. İşte bana yardımcı olan telefon numarası büyük yazıyorum dikkat çeksin diye.

0 800 211 34 44

Geçmiş olsun efenim. umarım bi faydam dokunur.

şimdi de yandaki şarkıyı annem semra için söylüyoruzzz. ince giyerim ince, pembe yakışır gence...

Pazartesi, Kasım 05, 2007

duduya

çocukluk garip bi şey. küçük sorunların bile dünyanın sonu olduğuna inandığımız dönemler... küçük kavgaların, küslüklerin, hataların abartıldığı, geri dönüşün asla mümkün olmadığına, hiç bir hareket ya da durumun, içinde bulunulan hali değiştiremeyeceğine, cinlere, perilere, hortlaklara inandığımız dönemler...

Bi gün böyle çocuklukla ilgili abartılarımızı oturup konuşuyorduk yakın bi kız arkadaşımla... ben anlatıp güldüm kendi küçüklüğüme, o ise; gülmeden sırasının gelmesini bekledi anlatmak için... anlattığı hikaye çok uzun değildi aslında, uzatıyorsam bu biraz benim hayalgücümden kaynaklanıyordur.

9 - 10 yaşlarındaymış. kızarkadaşları arasında belki önemli olmak, belki değişik olmak, belki de ilgilerini çekmekti maksadı tam bilemiyorum, bi sohbette, okuldaki beğendiği çocukların isimlerini vermiş kızlara... kızlar şaşkınlıkla bakmışlar.

bi kaç gün ya da hafta sonra bi gün bisikleti ile gezerken mahallenin bela çocukları (her mahallede vardır hani, kedinin kuyruğuna teneke bağlayan, bakkalldan sakız çalan, çocuk yaşta sigaraya başlayan, araba lastiklerini indiren, sağa sola sataşıp kavga çıkaran) yolunu kesmiş, üç kişimişler. içlerinden sadece ramazanın adını unutmamış. yolunun kesilmesinden tedirgin bisikletini çevirmek istemiş, ramazan olan bisikleti yakalayıp sağa sola sallamış, "ver bi turda biz binelim." demiş. Biraz direnç gösterince de , gizli saklı köşelerde oğlanlara yaptıklarını bildiklerini söylemişler, hatta bununla da yetinmeyip, bizim onlardan eksiğimiz ne ki, ver bisikleti yoksa herkese anlatırız demişler.

Bu konuşmaya maruz kalan kız çocuğu 9-10 yaşlarında, bunu söyleyen çocuklarda 12 - 13 yaşlarındaymış. Çaresizlik içinde bisiklete binmelerine izin vermiş ve dönüşlerini beklemiş. sonra da bisikletini geri alıp, büyük bir korku ile eve ulaşmış. Ve ondan sonra ki 10 gün boyunca gerekli olmadıkça dışarı çıkmamış, okuldan eve gideren ya da okuldan eve gelirken hep koşmuş, diğerlerine bi daha yakalanmamak için. ne yapacağını bilmiyormuş. çocukların istediği herşeyi yapması halinde başına ne gelebileceğini kestiremiyormuş, yapmaması halinde küçücük mahallesinde (onun kocaman dünyasında) onun hakkında düşünecekleri geceler boyu uykusunu kaçırıyormuş. Kendini o kadar yalnız ve çaresiz hissediyormuş ki, ailesine söylemesi halinde ona inanmayacaklarını ve onu suçlayacaklarını düşünüyormuş. Korkusundan ne kadar kaçarsa kaçsın, bi gün yine karşılaşmış. Ramazan denen p.. ve arkadaşları yine yoluna çıkmışlar. yine aynı şeyleri tekrarlamışlar ve bu kez adres ve saat vermişler kendisine gelmesi için.

Çok seçeneği kalmamış küçük kızın, ya dediklerini yapmak ya da ailesine söylemek. hangisi daha kötü olacağına karar veremiyormuş bi türlü. biraz düşünmüş ve şöyle demiş kendi kendine. gitmeyeceğim ve bu durumda annem babam da dahil tüm mahalle benim kötü kız olduğumu düşünecekler ve annemle babam bana kızacak, beni cezalandıracaklar. madem duyacaklar önce benden duysunlar. sevmeceklerse de sevmesinler.

Olan biteni annesine anlatmış, korkuyla, endişeyle ve başına gelecek her türlü cezaya razı olarak. annesi duyduklarını, onun yokluğunda babasına anlatmış. bi kaç saat sonra babası gelmiş eve, korkmasına gerek kalmadığını söylemiş. ayrıntıları ise annesinden öğrenmiş. Babası, gidip ramazan'ın babasıyla konuşmuş. oğlun benim kızımı rahatsız ediyor türünden ters bi şeyler söylemiş, o sırada babasının yanında olan ramazan da tanık olmuş bu konuşmaya . kızın babasının cümlesi biter bitmez ramazanın babası okkalı bi tokat atmış ramazana sorgusuz sualsiz. kızın babası da çıkış gitmiş fırından.

Netice, arkadaşımın korktuğu gibi olmamış. annesi de babası da onun yanında olmuşlar, çünkü kızlarını tanıyorlarmış. üstelik 9 yaşında bi kız çocuğunun ramazanın iddia ettiği şeyleri yapabilme kapasitesini de göz ardı etmiş olamazlar.

Kızın tek kusuru, kızlar arasında beğendiği çocukların adlarını söylemekmiş. tek yaptığı şey, tek günahı, tek kusuru buymuş. Bu onun o mahalle için ahlaksız olmasına yetmiş. ondan sonrası çocuklar arasında kulaktan kulağa hızla ve değişerek yayılmış ve önüne kocaman bi ahlaksızlık olarak çıkmış.

Canım kızım... Yaşadığın çevrenin ahlak sınırlarını bilmen her zaman mümkün değildir. O küçük kız gibi, sadece isim söylediğinden ya da ne bileyim rujunun rengi, eteğinin boyu yüzünden haksızlığa maruz kalabilirsin. böyle olduğunda etrafındakilere ve yaptıklarına tarafsız bi gözle bak. kararı kendin ver. başına korkunç bi şey geldiğini düşündüğün zamanlarda, başına gelen her ne olursa olsun, bize anlat. asla yalnız olmak, yalnız başa çıkmak, yalnız çözüm bulmak zorunda değilsin. yaşadığım sürece üstesinden gelemeyeceğini düşündüğün şeyleri seninle birlikte göğüslemeye hazırım, bunu hiç unutma. insanlar bazen çok acımasız olabilirler. ama hiç bi sorun üstesinden gelinmeyecek gibi değildir. Anlatmayı dene, inan bana rahatlayacaksın.

Cuma, Kasım 02, 2007

Alo ben ebru nası yardımcı olabilrim?


teknolojiyi de kullanmasını da seven bi insan evladı olarak, internet bankacılığını da kullanıyorum. oturduğum yerden sağa sola para gönderiyor, fatura ve kredi kartı ödüyo, arada canım sıkıldıkça banka gidip, hesap bakiyemi kontrol ediyo, ayın sonunu getirip getiremeyeceğimi hesap ediyorum.

Geçen gün, işim acele, çıkıcam bi kamu kurumuna gidecem. kamu kurumu dediysem de öyle az buz bi yer değil hani. içeri girmek için basbas isminin bağrılmasını beklersin kapısında. içeriye de öyle laylaylom giremezsin. gerçi içeri girmenle dışarı çıkman bazen 3 dakikanı almaz ama o 3 dakika bile önemlidir ki. isim bağrıldığında girdin girdin giremedin yandın:) öyle bi kamu kurumu işte. ha ne diyodum acelem var çıkıcam. bi yandan telefonum susmaz. biri kapıdan girer derken aklıma ypı kredi world kart kredi kartı ödemem olduğu geldi. acilen bankaya gideyim dedim. yoksa kamu kurumu dönüşü mesai saatini kaçırma ihtimalimde var. neyse, bi güzelcene girdim. EFT ile paracığmı gönderdim. dekont yerine e-maile gönderin dedim. e-maile gelen postayı açtım, banka klasörüne gönderecektim kiiiiii...... alacaklı hanesinde yazan ismin benim ismim olmadığnı farkettim. 783,33 YTL'yi bizim yuse'nin hesabına eft etmemiş miyim? hay yüzbin kunduz. bıraktım internet bankacılığını, aradım bankanın kendisini. kendimi tanıttım durumu anlattım. dediler bi fax çekin bize döndürmeye çalışalım parayı. Tabi bu laf hayal edip epey bi güldüm içten içe. şimdi benim para almış adresi yavaş yavaş gidiyo , arkadan bizim bankanın müşteri hizmetleri koşuyoo.
- para hanım, para hanım bi dakka gidemezsiniz.
benim para hanım pek kibirli, saçlarını ataraktan dönüyo müşteri temsilcisine.
- ne demek gidemem kuzummm. adres belli, yolum uzun, lütfen çekilir misiniz yolumdan. hesabına geçmem gereken bi kredi kartı var.
müşteri temsilcisi ter içinde,
- ama ama bi yanlışlık olmuş, adresi yanlış vermişler para hanım.
- ne demek yanlış adres. siz benim kiminle çalıştığımı bilmiyorsunuz herhalde ada hanım hiç yanlışlık yapmadı bu zamana kadar.
- Efendim doğrudur da bu kez yapmış, beşer şaşar.
- Hayır efendim beni kandıramaz, yolundan döndüremezsiniz. Hem siz nası konuşuyorsunuz öyle ada hanımın arkasından ileri geri.
- Para hanım lütfen inanın bana, bakın bu da ADA hanımın faksı.
- Bu alelade bi kağıt parçası, hani bunun aslı, hem ben nerden bileyim Ada hanım imzalamış, ortalık sahtekar kaynıyor, rahat bırakın beni.
müşteri temsilcisi çaresizlikle geri döner. para hanımda yoluna devam ederken yolda karşılaştığı dolar bey ve euro'ya selam verir.

Olay böyle olmasa da sonuç bu oldu. param başka bi hesaba gidip, kuzu kuzu yattı. Dedim napcam ben şimdi. efenim deidler , parayı gönderdiğiniz şahısla irtibata geçin, bundan sonra ancak o yardımcı olabilir. Sevindim tabi, en azından tanıdık, tanıdık ne kelime benim manevi ev arkadaşı. açtım telefonu böyleyken böyle yetiş yuse param gitti. O da işin bi ucundan tuttu. Y.K.müşteri hizmetlerini aradı, onlarda bi faks istediler, parayı EFT yapılan hesaba iade edin diye. Bi kaç gün ses çıkmayınca araya torpil kondu falan filan uzun hikaye. aradan yaklaşık 10 gün sonra Yapı Kredi müşteri hizmetlerinden aranmış bizim yuse, "efenim EFT hesabına göndermek için 30 YTL EFT masrafı alıcaz onaylıyo musunuz" hiç onaylar mı benim yusem. hem suçluyuz hem güçlü, bi miktar ses yükseltmek suretiyle müşteri temsilcisi kendine getirilmiş ve bunun üzerine kızcağız. EFT yapılan bankadan bizi arasınlar, bi seferlik masraf almayalım demişler. Durum böylece bana intikal etti. ben (artık açıklıyorum bankamı) işbankası'nın burdaki şubesine telefon edip durumu izah ettim. kızcağız anlayışlı arayalım tabi dedi. Bi kaç saniye sessizlik oldu. Nereye arayayım efendim. Valla bilmiyorum dedim. O telaş içinde ne yuse ne de ben Y.K.nin hangi birimi ile görüştüğümüzü sormamışız bile. Bu kez tekrar Y.K. müşteri hizmetleri aradım. Telefona cevap veren (ki bunların hepsi özel bi eğitimden geçtiğini biliyorum aynı tonda konuşuyorlar. "merhaba efendim ben ebru nasıl yardımcı olabilirim." cümlesini "siz öyle önemli bi insansınız ki, ne deseniz haklısınız haklı olmakla kalmıyosunuz, ayrıyetten ben sizi çok seviyor ve saygı duyuyorum. beni aramış olmanızdan öyle mutluyum ki , o kadar olur yani" cümlesiyle aynı tonda söylüyorlar. Eminim evimin yandığını da böyle bi tonda haber verirler. hiç bir tını farkı, duygu falan yok. yani tamam anlıyorum, sabırlı olmak öğretilmiştir de, be kardeşim bu işin mutluluktan güler bir ses tonuyla yapmak zorunda mısınız? mesela çok sakin ve donuk bi tonda da bunu yapabilirsiniz. hem böylece yüzyüze görüşmenin getirdiği o soğukluğu daha iyi hisseder, ona göre konuşuruz de mi? neyse sadede geliyorum.) bu mutlu ses tonlu hanım kızımıza derdimi anlattım(bunların erkek versiyonları hiç çekilmiyo o da ayrı bi mevzu tabi) o da bana kıpır kıpır bahar neşesi dolmuş içinden taşan duyguları ifade eder tonda, genel müdürlük numarasını verdi. Y.K. Genel Müüdürlüğünü aradım ve nihayet güleç ses tonu taşımayan, senin benim gibi duyguları olan ve bu duygularını da ifade etmekten çekinmeyen bi hanımla konuşmaya başladım. duruumu izah ettim, o da bizim nerde yanlış yaptığımızı anlattı, hatta bi ara ses tonu "olmaz ki kardeşim, başvurunuzda öyle demiyonuz ama, naber " halini bile aldı. Sonuç olarak yeni bi başvuru yaparak, paranın yusenin ismine gönderilmesini talep etmemiz gerektiğini, yüzlerce güleç tonlu müşteri temsilcisi ile dakikalarca süren telefon diologundan sonra öğrenmiş olduk. Benim para hala Y.K'de yatıp duruyo. tabi rahattır da şimdi, zırt pırt girip orda mı diye bakan, ordan oraya sürükleyip oynayan bi ada yok... ah para ahhh, dinleyeydin güleç sesli müşteri temsilcisinide döneydin yuvana, hesabıma, ben seni başka yerlere gönderecektim. Kısmetse para hanımla önümüzdeki hafta meçhul bi günde karşılaşmayı umuyorum. "Tüm bankaları ve müşteri temsilcilerini seviyorum. " bunu hangi ses tonuyla söylediğimi siz tahmin edin artık.

Çarşamba, Ekim 31, 2007

günlerin kolajı...

Yazacakları biriktirdikçe yazamadığımı farkediyorum. gün içinde değişen ruh hallerime uygun, müzikler eşliğinde, yazılmasını gerekeni yazıp gönderecek kadar bol zamanım yok ne yazık ki... bu yüzden şimdi yazacaklarımın da, belli bi formu olmayacak. ordan burdan arak şekilde ilerleyecekler...

ilk fotograf:
işyerimizde çalışan her öğle yemeğinde, tablidotumuzu alırken hal hatır sorduğumuz ya da telefonla menüyü öğrenmek için telefon açıp;
- Fatma hanım bugün ne yemek var? sorumuza
- çorba, yemek, pilav, yoğurt, tatlı... şeklinde yanıt veren,

Yemek sırasında;
- fatma hanım bu çorba ne çorbası? sorusuna.
- mercimek diyeelar (mercimek diyorlar ama benim hiç bi fikrim yok ya da mercimek diyorlar ama ben pek inanamadım) şeklinde yanıtlayarak, geyiğimize girmişliği olan, tertemiz mutfağımızda gönül rahatlığı ile yemek yememizi sağlayan bi kadın var. yaşı konusunda hiç bi fikrim yok, yaşlı da diyemiyorum genç de... işte bizim fatma hanım, bi gün yemekhanede işlerini bitirip, üstünde önlüğü ile kapımı çaldı.
- az bi baksana, bi şi annatcam sana. geleyim mi? dedi.
- buyur fatma hanım . dedim.
geldi, sandalyeye oturdu ve anlatmaya başladı.
bunun kocası, bi bulgara kapılmış, arada bi eve uğruyormuş. bi kez bu kadınla konuşmuş güzellikle "rahat bırak kocamı " diye. ama sonuç alamamış. bi kaç gün öncede ailecek konuşmuşlar. fatma hanım "ben böyle kabul edemiyom. ya git ya gel" demiş. kocası da "biraz zaman ver hele " demiş. şimdi isteği kadını sırdışı ettirmekmiş. ben bi şey yapabilir miymişim?
Adres biliyor musun dedim. Bilmiyorum dedi. Önce adresini bul, sonra bakalım bi şey yapabiliyor muyuz dedim. Sonra sohbet ilerledi. Bana akıl sordu. "Ne yapayım ben şinci" diye. Valla fatma hanım dedim. sen ne istiyosun önce onu bi söyle. bi de adam giderse eğer, ne kaybedersin. evine bakan bi adam mı? yani onun yokluğu maddi açıdan bi sıkıntı yaratır mı sana? Oturduuğu ev babasının gecekondusuymuş. adam kadına tutulalı beri eve bakmıyomuş zaten. çocuklarda istemiyolarmış, delikanlı bi kızı varmış, zaten geçen akşam o hiddetlenip adamı kovmuş," istemiyorum seni" demiş. eeee dedim , sen ne istiyorun fatma hanım. durdu biraz. kaşlarının altından mahçup güldü. bi sen anlarsın dedi. biliyom ben sende heriften ayrılmışsın. ben de güldüm. eee dedi insan durduk yere niye yıksın yuvasını değil mi dedi. tasdikledim. biraz daha durdu. "ben adamı boşamak istemiyom. er geç döner belki. ben beklicem" dedi. "iyi yapıyosun " dedim. "nasılsa hevesini alacak o bulgar karısından, döner" dedi. "döner" dedim. Biraz rahatladı, "hadi gidiim ben artık." dedi. geldiği gibi dönüp çıktı kapıdan.

ikinci fotograf:
haftasonu istanbul'daydım. Benim nüfusa kayıtlı olmamakla birlikte, ablası olduğum kızlardan birini daha evlendirmek için ( evlendirmek dedimse, kendi kendilerine evleniyolar kızancıklar, benimki sadece iştirak kısmına giiriyor) önce kınaya, ertesi gün de düğüne gittim. Uzun zamandır görmediğim, görmekten mutluluk duyduğum bir sürü arkadaşımla karşılaştım(arkadaş dedim ya, onlar ısrarla apla derler bana) . meğer bi çoğu burayı takip etmekteymiş. ayaküstü lafladım biraz. gözlerkarşılaştıkça gülümsedik içtenlikle. içim ısındı. bildik düğün durumları, nikah, takı töreni, pasta kesme merasimi, foto çekimi derken saat epey bi ilerlemişti ki, nihayet bizleri düşünen bi allahın kulu çıktı da, epeydir biriktirdiğimiz kurtlarımızı dökmek kısmet oldu. dudu ile birlikte deliler gibi eğlendik.

üçüncü fotograf:
kızım son zamanlarda pek bi hatırnaz oldu (!) dün bilibili ile kocası çaytay dudu'ya bi çimadam almışlar. aradaki diolog aşağıdaki gibidir.
- annecim bak pengüven(bilibili veya bilgin) ile kocası sana ne gönderdi.
- ne gönderdi. (gözler ellerle kapanır ama aradan tüm olup biten görülür)
- bak annecim.
- (gülümsemesi dudaklarında asılı.) ada bu ne?
- çim adam annecim. çok değişik bi şi.
- ne yapcaz.
- şimdi buna uygun bi kapbulacağız ve sulayacağız.
- sonra...
- sonra dğeişik bi şi olacak.
çimadamı suladık. kabına oturttuk ve dudu'nun odasına bıraktık. dudu bi kaç dakikada bi gidip geliyo. bana bakıyo , sonra biraz oyalanıyo, tekrar çim adamın yanında. son gelişinde göz göze geldik.
- çok değişik bi şi olacak değil mi anne ? dedi.
anlaşılan hemen olacağını düşündü yavrum.
- evet çok değişik bi şi olacak ama hemen olmaz annecim. bi hafta sonra falan.
- ne olacak peki anne.
- hergün sularsan, çim adamın saçları çıkacak.
- nası saçları çıkcak.
- hani çimen var ya.
- heee yeşil yeşil.
-evet başında çim çıkacak. o yüzden ona çim adam diyolar.
- hııı . başında çim çıkınca kız mı olacak anne?
- nası yani?
- hani kızların saçı oluyo ya sadece.
- hayır annecim, saçları çıksa da çimadam olarak kalacak.
- yaşasın. anne yarın pilginlere gidelim mi teşekkür etmek için. (işte burasını pek kavrayamadım, benim kız ben görmeyeli çok hatırşinas mı oldu yoksa bu istek tamamen gezme dürtüsünden mi kaynaklarınıyo bilemedim)

Salı, Ekim 16, 2007

Biz bu filmi görmüştük.

Saat: 06.35 Dudunun yatağı
A- anneciğim uzat ayağını...
A- kızım kaldır popuşu...
A- bi tanecik kol kaldı annem...
A- bunu da ilikleyeyim...
D- adaaaa uyumak istiyorum...
A- tamam az kaldı kuzum.

saat: 06.48 evin antresi
A - Tatlım kalk servis amca çaldırdı telefonu.
A - koş kızım...
A- dur tokanı takayım.
A - montunu giy...
A - kızım beren..
A - uzat ayağını botlarını giydireyim...

saat: 06.50

A- Koş dudu asansörü çağır.
A- ahh çantanı unutmayalım.

saat:06.51 evin dış kapısı kapanır.
D- kucak...
A- tamam annem asansöre binelim.
A- hıh gel kucağıma, koy kafanı. tamam.

saat: 06.52 apartman çıkış kapısının kolu

A içses: anahtar. anahtarı aldım mı?
cepler yoklanır, yokkkkk.

saat: 06.53 apartman ana girişi.
neyse ki çıkmadan aklına geldiği için, dış kapının önüne bir taş koyarak, tamamen sokakta kalmanın önüne geçilmiştir. Bir umut daire kapısına varılır, hani olmaz ya belki kapıyı açık unutmuştur kendisi. ama hayır kapı duvar. altta gri bi efoşman, üstte kolları eskilikten sarkmış pembe bol sevimli (ben seviyom çünkü) bir hırka.

saaat: 07.00
Kapıcı - abla ne oldu?
A - kapıda kaldım.
Kapıcı - dur abla servisi bitireyim de gelip bakarım.

saat: 07.20
Kapıcı gelir ve yaklaşık 40 daakka kapı açmaya uğraşır. iyi çocuktur çünkü bilir ki o saatte çilingir bulunmaz, üstelik daha önce bu kapıyı aynı saatlerde açmışlığı da vardır (yaklaşık bi sene önce yine kapıda kalındığında) ama uğraş sonuç vermez.

saat: 08.02
A - Çilingiri bi arasak.
Kapıcı - arayalım abla bu sefer açamayacağım ben.
A - numarayı bulsan.
Kapıcı - abla 0.542 ..........

saat: 08.15
çilingir gelir ve 30 saniye içinde kapıyı açar.

saat: 09.03
işyerine varış.

Evet bu filmi daha önce görmüştünüz ne olmuş ben de görmüştüm. Sabah sabah sırtımdan soğuğuda yedim zaten. gülmeyin. güldünüz mü? eee o zaman darısı başınıza. bi de sizin başınızdan geçsin bu film:)))


not: öykü komiğinize mi gitti. gider tabii. ama çok komiğinize gitmesin diye şaanee bi şarkı koydum fona. okuyup ağlayın diye:)

Perşembe, Ekim 11, 2007

Bayram Şekeri

ada: pişttt
yuse:canım
ada:lostlar bende
yuse:napıyon
yuse:alırım senden birazdan
ada:100 luk bankonatlar halinde
ada:siyah bi bond
yuse:hıhh?
ada:çanta içinde
ada:istiyorum
ada:yalnız gel
yuse:allah senin iiiliğini versin
ada:polise ya da başka birine haber verirsen
ada:bi daha lostu göremezsin
yuse:aman ha sakınnnnn
yuse:bişi olmasın onlara
yuse:daha 8. bölümdeyim
yuse:bırak lostlarımı ivrennnç kadın!!!
ada:toplam onyüzbinsekizelliüçyüz altmışkikbin istiyorum
yuse:kılına bile dokunma
yuse:hayırrrr
ada:para hazırsa değişelim
yuse:o para çokkk
yuse:nerde ve ne zaman
ada:senin elinin kiri
ada:sen karar ver
ada:lost ya da para
yuse:ok ok
ada:tamam
ada:bayramlaşma sırasında
ada:kimsenin dikakkatini çekmeden olacak
yuse:çok kalabalık olmaz mı?
ada:sen paraları ünimoga (*) koy
ada:ben alırım ordan
ada:sen merak etme
ada:yalnız ünimogdan bi alındı belgesi getir
ada:ben bayramlaşma esnasında
ada:bayram harçlığı gibi vereceğim
ada:tamam mı
yuse:ok
yuse:hazırım
yuse::D
ada:ben de

( * ) Bildiğiniz zor koşul aracıdır.

Cuma, Ekim 05, 2007

"Michael bir kabusa benzeyen lunaparktan ve komik aynalarla çevrili mekandan uzaklaşırken, başlangıçta olduğu gibi sonda da kendi kendisiyle konuşmaya, geçmişini olduğu kadar, bugününü ve geleceğini de sorgulamaya devam eder. Bir "karar" vermeye çalışır ve şunları söyler"
H.Savaş - Sinema ve Varoluşçuluk - sayfa 187

Bu da bloggerlar arasında yeni bi oyun gibi bi şi. Bana pas veren Mathy oldu. Şimdi olay şu, benim pas vereceklerim en yakınında bulunan kitabı alıp, 187.saftasını açıp, ilk cümlesini yazıyormuş. Diyeceksiniz ki bu ne işe yarayacak. ben de bilmiyorum ve meti gibi cevap veriyorum."sürü psikolojisi"... gelelim pas vereceklerime. şimdi ilk olarak Yuse ye pas veriyorum. Ama diğer listeme eklileri düşünüyorum da bu pasıma kim cevap verir. kara kara düşünüyorum.Uzun zamandır listemde olmakla birlikte yine o uzun zamandan beri yeni post yazan bi blog arkadaşım kalmadı gibi. yine de şansımı denemek istiyorum. umarım bana cevap verme inceliğini gösterirler.
Unut deme hakkımı kullanıyorum. ardından ne sürü psikolojisine uymak gibi bi alışkanlığı, ne de beni takip etmek gibi bi alışkanlığı olan Sibo ve Kenarsüsü'ne pas veriyorum. bakalım kimler bu oyuna katılacaklar.

Salı, Eylül 25, 2007

Bi Duru'm var. Oyunu hiç bitmez. İşi hep bahar.

4 yıl önce bugün JFK Hastanesi'nin hatırlayamadığım bi odasında, kızkardeşlerim Şirin ve Sibel'le birlikteydim. Narkozun etkisi geçmeye başlamıştı. Tecrübelere dayanarak yürümem gerekiyordu. Sağ elim bandajın üstünde, sol elim hastane duvarlarına dayanarak bildiğin volta atıyor, bebek odasının orada bi kaç dakika duraklayıp, kızıl saçlı mucizeye bakıyor, sancımı geçiştirmeye çalışıyordum.

İlk doğduğun günden bahsetmedim sana hiç. Sabah erken saatlerde hastaneye gelmemizi istediler hazırlıkları tamamlamak için. Arkasından bağcıklı bildiğin ameliyat önlüğünü giydirdiler. Kimler vardı. Anneannen, deden, babaannen, baban, teyzelerin, Nur, Yıldız, Asiye, bu kadar galiba karşılama komitesi. Sonra hemşireler geldi beni aşağı indirmek için. Hasta yatağına yatırdılar ve tekerlekler üzerinde sürüyerek odadan çıkardılar. İşte o an, annemle gözgöze geldim. Bu sahneyi bi kez daha yaşamıştık, üstelik 3- 5 ay önce. O zaman, annem bu yatakta, ben de ayakta onu uğurluyordum, sonucunu bilmediğim bi yolculuğa. Göğsünde kancalarla çıktı sonra, sonra göğsünde ve sol ayağında kocaman etten bi fermuarla tekrar aramıza döndü. İşte annemle gözgöze geldiğimde aklım başıma geldi. Ben de ciddi ciddi narkoza arkasından da ameliyata alınacaktım. Çok hızla etrafımdakilerle göz göze gelmeye çalıştım. Belki de son göreceğim tanıdık yüzlerdi benim için. Asansörle aşağı indirdiler. Bildiğin bodrum anneciğim. Neyse, ameliyat masasına yatırdılar. Bi adam geldi yanıma. Ellerimi bağlamak istedi, yani bağlıyolarmış. "Ne olur bağlamayın. Ben uyuyana kadar bağlamayın. " iyi insan evladıymış bağlamadı beni. "Sakin olun o zaman. şimdi damar yolunuzu açacağım. arkasını dönüp sol kolumdan damar yolumu açtı. serumu bağlıyordu ki. başka bi adam kolumu bağlamaya başladı. Tekrar "bağlamayın" dedim. En son hatırladığım damar yolumu açan adamın, bekle uyuduktan sonra bağlayacağız" dediğiydi. minnetle baktım gözlerine ve sonrası karanlık. Uyandım. Aynı odada yalnızdım. Soğuktu. Üşüyor ve galiba ağlıyordum. Bi hasta bakıcı geldi yanıma.
- Bebeğim iyi mi?
- Doğrulmayın. İyi bebek.
- Kız mı?
- Evet kız.

Sanırım, üst katta odaya çıkarana kadar gördüğüm tüm hastabakıcılara aynı soruyu sordum. İyi mi? Kız mı? Bu inanmazlıktan değil, narkozdandı. Unutuyor, sorup cevabı aldıktan sonra hatırlıyor ve yine ağlıyordum.

Üst kata çıkmıştım. Herkes bıraktığım gibiydi. Aslında bıraktığım gibi değildi. Rahatlamış, mutlu ve sevinçliydiler. Odaya girince yine aynı şeyi sordum.
- Anne bebeğim iyi mi?
- Çok iyi kızım.
- Abla çok iyi çok tatlı valla bak.
- Anne kız mı?
- Kız anneciğim kız.
- Evet abla kız.
- Abla kız.
- İyice baktınız , karıştırmasınlar .
Gülüşmeler.
- ya gülmeyin. oluyo böyle şeylr. biriniz gidip bebek odasında beklesin.
- kızım karışmaz merak etme.
- ne zaman getirecekler.
- gelir birazdan.
Saat: 12.30 gibi çıktım odaya ama seni tam olarak hangi saatte getirdiler hatırlamıyorum. Kafam çok bulanıktı.
- Kime benziyo?
- Gelince görürsün.
Yeni doğan bebek neye benzicekse artık.
- Ne zaman gelecek.

Kapının önünde bi uğultu. Dışarıdaki kalabalık içeri doluştu. Herkes bu anı kaçırmak istemiyordu. Ana kızın ilk buluşması. Seni gördüğümde ne hissedeceğim bilmiyordum. Dedim ya narkoz da var damarlarda. Tekerlekli şeffat bi bebek yatağında getirdiler seni içeriye. Doğrulmaya çalıştım seni görebilmek için ama olmadı. Kapıdan girşinin ardından, gözlerimden akan yaşlara engel olmak pek mümkün değildi ve gözyaşları yüzünden seni seçemiyordum nerdeyse. Sonra insanlıklı bi hemşire seni kucaklayıp koynuma koydu.
- Kızımmmmmm.
- Yavrummmmm.
- Bebeğimmmm.
Bu sözcükler ağzımla birlikte yüreğimden de çıkıyor olmalı ki üçüncü seslenmemin ardından.
- Höööööö
diye bi nida ile ses verdin. Gülüşmeler arasında annem dayanamayıp sordu.
- kızım kime benziyo.
- kime?
-bak bakalım.
- anne bi şey göremiyorum. hemşire hanım yüzünü çevirir misinz bana?
Doya doya bi yüzüne baktım. Annem yine sabırsız.
-kime benziyo?
- Bilmem
-İyi bak. Mesela saçları. deyince, saçlarına baktım. İşte o zaman, neden hastanedeki diğer bebeklerle karışmayacağını anladım. Sen kızıldın. Aynı Şirin teyzen gibi. Tam bi sürprizdin. Gelişini beklerken, aklımın ucundan bile geçmeyen bir saç rengiydi bu. Siyah olabilirdin. Kumral olabilirdin, hatta sarışın bile olabilirdin ama kızıl... İşte bu mucize gibi bi şeydi.

Aslında hiç durmaksızın yazmak geliyo içimden ama okurken bıkıp yorulma. İşte ilk karşılaştığımız gün böyle bi gündü. O günden bu güne tam 4 yıl geçti tarçınım.



Umarım öyle de olmaya devam eder. Seni çok seviyorum kızım.
Daha nice mutlu yıllara sağlıkla, mutlulukla, sevdiklerin ve istediklerinle birlikte ulaşman dileğiyle.
Mutlu Yıllar Duru'm.

Salı, Eylül 18, 2007

Bilibili'ye sevgilerimle:)


Gördüğünüz üzere, alelade bi oda değil mi? Pencereden yeşilliler göründüğüne göre muhtemelen ikinci kat. Gün içinde bu odaya kaç kez girdiğimi, bu masanın üzerini kaç kez toplamaya kalktığımı hatırlamıyorum:) Odamı yalnız başına bırakıp, işyerinin başka odalarında bilgi kovaladıktan sonra, her zaman ki gibi kapıyı açıp içeri girdim. Burdan göründüğü üzere herşey normal gibiydi.



Birkaç adım daha attığımda, bi değişiklik sezdim. Farklı bi şey vardı odamda. her şey yerli yerinde gibiydi de değildi de...

Bi kaç adım daha atıp, duraladım. O durduğum bi kaç mili saniye içinde aklımdan ilk geçen şeyi gülümseyerek (öyleee kilometrelerce uzakta bi ihtimaldi ki:)) ) uzaklaştırdım. Sonra, yine aynı mili saniye içinde içimden bi korku gölgesi geçti.
Kimdi bu benim sandalyeme gül yaprakları dökecek kadar çaresiz kişi. Ama düşündüğümde, bizim orası da yol geçen hanı değildi ki. Güvenliğimizi aşıp ellerinde gül yaprakları ile bi erkek ademoğlu benim odama öyle elini kolunu sallayarak giremezdi ya. Bu ihtimal daha da korkuttu benim. Annecimm ofiste sapık varrrr...


Gözlerime inanamayıp, biraz daha yakından baktım. Yok valla bunlar gül yapraklarıydı ve üstelik bi tek kırmızı gülde üzerindeydi. Hemen karşı komşumu arayıp, odama giren kim diye sormak için telefonu elime aldım.



Telefonu elime alır almaz da aklıma geldi bu işi yapacak olan zat-ı muhterem. Bizim bilibiliden başka kim yapardı ki bu eğlenceyi. Hemen aradım onu:
-imdat güvenlik, bölgede bi cinsi sabık var. silahları alıp gelin. tabi ne kadar ciddi yapmaya çalışsam da cümlenin sonu gülüşmelerden anlaşılmadı.

Kendisi gülerek olay mahalline geldi.

-Kız dedim. ilk önce aklımı aldın. kim bu manyak diye.
-hadi be hangi adamın aklına gelecek bunu yapmak. zaten birinin aklına gelse gider onla evlenirdim kocamla değil:)) (Bu arada yazıcının hemen önünde bulunan kalp şeklindeki mavi şey için bakınız )


Sonra gül yaprakları toplayıp maasaya koydum. Çok güldük, hatta o yaprakları başım
dan aşağı dökülürken bile fotograf çektirdik ama onları yayınlamıcam:)


Tek gülü ve gül yapraklarını uygun bi yerde kurumaya bıraktım. Siz de farkettiniz mi ilk girdiğimde odam ne karanlıktı, şimdi sanki biraz daha aydınlık gibi değil mi?

Cuma, Eylül 14, 2007

Kedim - Ezginin Günlüğü

Bi kedim var oyunu bitmez işi hep bahar

Bi gemim var dumanı tütmez peşinde martılar

Bi yolum var gideni dönmez kalanı yanar

Bi yerim var adresi olmaz sonsuza kadar (bi rüya anlatmıştım sana hatırlar mısın? hani seni götürmek istediğim ama bi türlü neresi olduğunu bilemediğim. babama ısrarla sorduğum ama asla tarif edemediğim. uyandıktan sonra farkına vardığım. işte şarkıda geçen "bi yerim var adresi olmaz sonsuza kadar" yer orası. hayallerin adresi olur mu?)
Sözler geri dönmez
Geri dönmez bakışlar
Kuşlar geri uçmaz
Geri konmaz aşklar

Bi sazım var hiç elim gitmez köşede yatar

Bi sızım var hiç ilaç kar etmez içimi yakar

Bi kapım var açanı olmaz boyuna çalar

Bi gözüm var sileni bulunmaz durmadan akar

Sözler geri dönmez
Geri dönmez bakışlar
Kuşlar geri uçmaz
Geri konmaz aşklar

Perşembe, Eylül 13, 2007

buyrun:)

dede - duru ver elini kızım
dudu- ama asansördeyiz dede. sokaklarda caddelerde elimi tutabilirsin ama asansörde tutmana gerek yok ki.
dede- efendim.
dudu- bazı kurallara uymak lazım. böyle şeylere dikkat etmek lazım.

annem babam tv ve bizim ev:)

Bizimkilerin mutad yatılı ziyaretlerinden biri daha. P.tesi günü yeni başlayan "Bıçak Sırtı" isimli diziyi izliyoruz. Dizide Fikret Kuşkan var ki, ben kendileri ile Oktay Kaynarca, Ziya Kürküt ve ismini şimdi anımsayamadığım dört yağız delikanlının üniversite günlüğünü anlatan ve çok da uzun soluklu olmayan (ki muhtemelen "rayting" denen şey icat olmamıştı, olmuştu da nası ölçüleceği henüz keşfedilmemişti ) Gençler isimli dizisinde keşfetmiştim. O zamanlar yaş tabi nerden bakarsan bak 18:) ay en çok hangisi yakışıklı diye işin içinden çıkamaz ama cüsse olarak minyon tipli olan Ziya KürKüt'e zaten düşük not veren ben, Oktay Kaynarca ile Fikret Kuşkan arasında seçim yapamazdım. Oysa ki o iki delikanlı da kapımda karar vereyim de birisiyle çıkayım diye beklerdi. Ama şu da beni düşündürüyordu, şimdi Fikret'i seçiş olsan Oktay onu döverdi. Oktay'ı seçersem de Fikret kendini alkole verirdi. Şimdi düşündüm de iyiki bi karar verip seçmemişim. Yoksa Türk Sineması iki iyi jönden birini kaybetmiş olacaktı.:)))) O zamanki halimi düşündüm de, yarasa kollu kot pantalon içine sokulmuş kazaklar, kazakların kotun içine sokulması yetmezmiş gibi, bir de pantalon paçaları çizmelerin içine sokulurdu. Bi sokulma modasıdır gidiyordu. Aslında sokulma değil de sıkıştırma modasıydı bu. Çünkü yine o yıllarda kıvırcık saçları şakaklardan sıkıştıran kelebek tokalar da modaydı. Ve ayrıca kelebek tokan yoksa, Serpil Çakmaklı modeli saçları bıngıldak hizasında sımsıkı sıkıştırabilirdin. Şimdi olduğu gibi o zamanlar da akranlarına göre irimence bi kız çocuğuydum. Yani şimdiki zamanımla ilk gençlik yıllarım arasında kalan üç beş yıl oldukça formdaydım. Bundan siz okurlara neyse. Lafı nasılda dolandırdım.

Biz ailecek dizi seyrediyoruz. Nejat İşler'i görünce annem bombayı patlattı " aaaa başbakan'ın yiğeni de oynuyomuş bu dizde"
- nası yani anne.
- basbayağı.
- anne hangi başbakanın
-şimdi ki tayyip'in
- hadi be sende
-valla kızım geçen gün duydum.
- olur mu canım
- ya valla ablasının oğluymuş.
şaşırdım ama annem durduk yere söylemez böyle bişi. bi de diziyi seyredecem ya üstünde durmadım.

ertesi gün. günlerdir beklenen bindirbin gece başladı. finalde esas oğlanla kız evlenceklermiş. biri çıkıp esas oğlan bana para vereyim de uyuyalım demiş. esas kız da öteki kıza daha fazla para vereceğini öğrenince bozulmuşmuş galiba tam bilmiyom ama onu seyrederken annem ikinci bombayı patlattı.
-biliyo musun bu çocuk kimle evlendi.
-hangi çocuk anne.
-hani şu gökgözlü çocuk
-halit ergenç mi anne
- hıı evet.
- kimle evlendi.
- ibrahim tatlıses'in kızıyla.
-ibrahim tatlıses'in kızı mı var anne.
-aaa sen nerde yaşıyon. perihan savaş'tan var ya bi kızı.
- haa doğru ya. eee.
- işte onla evlenmiş
-hadi canım
-aaa sen de her dediğime aaa diyon.
- anne karıştırıyon.
- sen de beni iyice saf yaptın ama.
- ne ilgisi var anne.
- valla kız, selda söyledi.
- bak anne gugıla bakarım ha...
- nası bakcan
- bilgisayardan.
-iyi bak da cahil kalma.
-anne bakıyom bak.
-eee bak kızım
- anne halit ergenç o kızla evlenmemiş.
- kimle evlenmiş.
- ............. isimli bi kızla.
- ibrahim tatlıses'in perihan savaştan olan kızı kimle evlenmiş o zaman.
- bi kebepçının oğluyla.
- aaaaa tüh yanlış mı oldu şimdi.
- anneee.
- efenim.
- anne nejat işler de tayyip erdoğan'ın ablasının oğlu değilmiş.
- aaaaa seldada bana hep yalan haber vermiş.
bi kaç dakika sonra.
-yücel. ayla algan kaç yaşındadır.
- bilmem 60 vardır.
-daha fazladır canım ben çocukken o yetişmiş kızdı. (Bu da annemn klasik yaş tahmin raporu.)
- olabilir semra.
- anne bakiim mi kaç yaşında.
- hadi baksana bakalım kaçmış.
- 1937 doğumlu.
-bak dedim ben benden büyük diye.
-bi de ayten alpman'a baksana kızım.
- 1930
-ee tabi vardır o kadar.

Bi ertesi gün. babaşin canı muhallebi istemiş. Saat: 22.30 civarı.
-semra ne kadar süt alayım. bi tane yeter mi?
-yeter mi?
-ne bileyim sana soruyorum.
-bi şişesi anca ona yeter, ben içicem, duru içicek. yeter mi?
- tamam alıp geleyim.
babam bakkala gider. 1 şişe sütle döner. ben supangle yaparken, annemde kocasına nanelimon yapar. içerden babam seslenir
-hanımlar. kıraç'la sezen aksu şarkı söylüyo.
annem yanıbaşımdan aynı şeyi tekrarlar.
-sezen aksu çıkmış. kıraçla söylüyomuş. gel hadi.
-anne gelemem ki kaynamak üzere sen git.
içeri girince şöyle bi konuşma olur.
-yücel hani sezen aksu.
-işte kıraçla söylüyo.
-kocacım bu mu sezen aksu
-değil mi?
-allahını seversen, bu kızın neresi sezen aksu'ya benziyo.
-ne bileyim uzaktan benziyodu.
-eh be kocacım ne kadar uzaktan da olsa. bu kızın boyu uzun. sezen aksu da boy yok. bu kızın dudaklarıince sezen'in dudaklar köfte.
-ne bileyim öyle sandım.
-üstelik sesleri de benzemiyo.
içerden supangle karıştırırken olaya müdahale ediyorum.
- ay anne. babam funda arar'la sezen aksu'yu karıştırmış alt tarafı. senin gibi asparagas yapmıyo.
babamla ikimiz yerlerdeyiz. annem küsüyor.
-aman size de haber vermeye gelmiyo. bundan sonra bi şi duysam da söylemicem. :)))))

Pazartesi, Eylül 10, 2007

duru iki seçme.

cuma akşamı dedelere gittik. bizim vardığımız saatlerden 1 saat sonra başlayan yoğun yağış sonucu, sanki tüm pencereler açıkmış gibi evi su basmaz mı? ada ile duru bi sürü yer bezi ve iki kova ile su baskınına karşı tam donanımlı askerler olarak olaya müdahale ettik ama inanın ilk başlarda hiç kolay değildi, şakır şakır akıyodu çünkü tüm pencereler. bu duruma duru'nun şu özlü sözleri damgasını vurdu . "ada canımız belada".

7584.kez izlediğimiz winx cdlerinden birini yine koyduk. ama bi süre sonra cd atlayıp baştan itibaren çalışmaya başladı. bi kaç tekrardan sonra ki duru'nun yorumu. "ada, bu cd yorulmuş."

Pazar, Eylül 02, 2007

fotografsız blog...

Tatildeydim.
Sandal ağacının koca gövdesinde, kollarının gölgesi ve güveninde, kokusunun sakinleştirici etkisinde dünyanın sonunda bi yerlerdeydim.

Döndüm.
Üstümde güneşin sıcağı ve denizin tuzu, genzimde sandal ağacının kokusuyla...

Yine gideceğim. Kimbilir bi daha ne zaman.

Pazartesi, Ağustos 13, 2007

Burası Güneyli. İsminin aksine Güneyde bi yerde değil. Oldukça Batı'da. Saros Körfezi'nde. Temizcecik denizi, küçücük yeşil koyu, amatör pansiyon ve apartları ve nasılsa kurnaz olmamış tatlı köylüleri ile hoş bi yer...

Siz hiç balıkçı teknesiyle tekne gezisi yaptınız mı? ordaki evsahiplerimiz aynı zamanda balıkçılık da yapıyorlarmış ve aparttaki tüm misafirlerini teknelerinde ağırlayıp, oradaki koyları da gezdirmek inceliğini gösterdiler...

İşte çocukluğumu hatırlatan balık ağları ve balıkçı teknesiyle gezdiğimizn resmi:)

Bu fotoda Güneyli limanı aynı zamanda Murti'nin sanatsal çalışmalarından bi kare...

İşte bu da "Göğe Bakma Durağı"...

Eline sağlık Murti.

Gökyüzü için çocukların yorumu. Öğretmeni bulutları sıraya sokmuş ne güzel de mi?



Güneyli'de günbatıyo... Haftasonu kaçamağı sona eriyor.Sırtımda güneş yanığı ve .....

Perşembe, Ağustos 02, 2007

Mirgosa giderken kızlarını ormana bırakanlara ibret

- Anneciimmm.
- Efendim Durucuğummm.
- Hani hatırlıyor musun ben çok küçükken...
- EEEEeee.
- Hani sen beni ormana götürmüştün ya...
- Hatırlamıyorum anneciiğiim. Eeee...
- Hani sen beni ormana bırakıp Mirgosa gitmiştin.
- eeee sonra anneciğim.
- Hani sonra kurtlar gelip beni yemişlerdi.
- Nası yani anneciğim.
- Beni yemişlerdi ya...
- Eeee ben seni aramadım mı? gelmedim mi migrostan.
- Evet geldin mirgostan.
- eee aramadım mı seni peki?
- aradın taibi..
- nası aradım peki.?
- durucumm kızımmm nerdesin dedin. çok ağladın.
sonra dedem geldi, annanem geldi onlarda aradılar. ağladılar.
- bu kadar ağladığımız için geldin mi?
- nası geleyim anneciğim. kurtlar beni yedi yaaa...
- ee kızım kurtlar seni yediyse, şimdi burda bunları bana nası annatıyorsun...

Salı, Temmuz 17, 2007

Cake - Never There

Sahne 1

Esas kadın, kırmızı bi ww polo içinde, virajlı ve ağaçlıklı yolda ilerlemektedir. Gözlerinde büyük güneş gözlükleri. Kafasını hafifçe sallamaktadır. Gözlüğünden görülmeyen gözleri yola odaklanmıştır. Arka koltukta babysitter içinde, kızıl saçlı 3-4 yaşlarında bi kız çocuğu. bağıra bağıra fonda çalan müziğe eşlik ederler. (söylediklerini sanırlar:)

ay niid yu arms arand me,
ay nid to fil yu taç.

nevırrrr derrrr yuu nevııı derrr

i need your arms around me
i need to feel your touch
i need your understanding
i need your love so much
you tell me that you love me so
you tell me that you care
but when i need you (baby)
baby, you're never there

Sahne II
Esas kadın araba kullanmaya devam ederken telefonu eline alır... Hem arabayı kullanmakta hem de telefon numarası çevirmektedir(ki kendisi çok becerikli bi kadındır.) Telefonun arama sesi duyulur arada ama açan yoktur. Telefonu kapatıp hafifçe koltuğa attırır. yine yüksek sesle nevirrr derrrr nevııı derrrr . diye bağırmaya devam ederler.

on the phone
long, long distance
always through such strong resistance
first you say you're too busy
i wonder if you even miss me

never there
you're never there
you're never ever ever ever there

Sahne III
Esas kadın bu kez yalnızdır ve artık arabada da değildir. Kalabalık sokaklarda ilerlemektedir. O kadar kalabalıktır ki, hep birileri ile çarpışmaktadır. Sonra gözleri uzakta bi noktaya kilitlenir.
Aradığını bulmuş gibidir.

a golden bird that flies away
a candle's fickle flame
to think i held you yesterday
your love was just a game

you tell me that you love me so
you tell me that you care
but when i need you (baby)
baby

take the time to get to know me
if you want me why can't you just show me
well, always on this roller coaster
if you want me why can't you get closer

never there
you're never there
you're never ever ever ever there

Sahne IV
Esas kadın o kalabalık sokakta yalnızdır ve artık kimse kalmamıştır etrafta. derinden gelen nnevıı derrr sesine doğru yürür ve meydanda toplanmış kalabalığa karışıp, deli gibi hoplayarak, nevııı derr yuu nevıı derrr diye bağırmaya devam eder.

Nasııı şaanee değil mi? Bakın, görün; ne Deniz Akel'den ne de Abdullah Oğuz'dan aşağı kalır yanım yok. harkulade bi video klip senaryosu yazdım. Bundan sonrası senaryoyu hayata geçirecek yapımcıya yönetmene kalmış, onları da ben bulacak değilim ya. herşeyi de benden beklemeyin. Şarkı da klip de bütün "nevıı der"lere hediye olunur. dinleyip eğlenin. deli gibi tepinin.
Yıllardan beri sevgili sibo tarafından pc'me aktarılmış bi sürü CAKE şarkısı kendi kendine çalardı arada. ilk kez alıcı kulağıyla(ne demekse) bu hafta dinledim. Hala aramızda keşfetmeyenler olabilir, bi kez dinlemekle bi şi kaybetmezsiniz.

not: acı gerçek; biri benden önce davranıp şarkıya video klip çekmiş.

Pazartesi, Temmuz 09, 2007

Koliler, sinema, haftagünü tatili, aşk acısı ve krokanlı pasta(çok canım istedi şimdi)

Duru kızım,

Bu yıl ki yaz tatilinin birincisi bu cuma başladı. Sen gittiğinden beri ne yaptım bi bilsen:) Aslında koca bi hiç. Evin içinde koliler üstüste, odanda oyuncakların yerde. Mutfakta çöp torbalarını biriktiriyorum. Bi ara çöp evler buluyorlardı televizyonlarda. Bu kadar koli ve çöplerle beni bulsalar acaba yeni bir çöp ev vak'ası mı olurum. Bilmiyorum.

C.tesi yeni bi çamaşır makinesi almıştım. Eve getirecekler diye koca gün BOSCH'un esiri oldum. Eski makine mi? Sibo ev açıyo biliyosun ona göndereceğim. Kolilerde onun. Bu hafta içinde bi gün boşalacak ev. Yani eve geldiğinde evi değişmiş bulacaksın.

Cuma akşamı pengüvenlere gittim. Orda shutter adında tayland yapımı bi korku filmi izledik. Tabi akıl yoksunu adacıın gece nası uyuyacağını pek hesap etmedi. Gerçi eskiden olsa hayatta korkmazdım ya. yaş ilerledikçe pek bi ödlek oldum galiba. Bunun üzerine ikinci bi film izlemek zorunluluk haline geldi. Zira boynumda bi ağrı nühsetti ki korkudan öldüm... Bunun üzerine pengüvenle ikinci bi film daha seçtik. Onun üzerine şöyle ajanlı bi film izledik. Eve geldiğimde saat 1'i geçiyordu. O gece geç yattım. C.tesi günü ne oldu bilmiyorum ama neredeyse tüm gün tv izledim desem yeri. Kanalların birinde "rüzgar gibi geçti" vardı. Yaklaşık 4 saat boyunca sıkılmadan onu izledim. İki fincan adaçayı, bi fincan yeşilçay içtim. Sonra e2 diye bi kanal var. Şu Baby Tv çılgınlığımız yüzünden merak etmekle birlikte bi türlü izleyemediğim Heroes dizisinin 4 saatlik kısa! bi özeti vardı onu izledim. Artık kim kimdir aşağı yukarı öğrendim. Kısmet artık ne zaman seyrederim devamını bilmiyorum.:) Bebek şef'i izlemek varken ne işimiz var bizim kahramanlarla de mi adacım. Pazar günü de yine tv karşısında pinekledim. Vanilla sky'ı üçüncü kez izledim. Bunu neden yaptım ben de bilmiyorum. Sanki ertesi gün işe başkası gidecek.

Bi de pazar gazetesi okudum. Okurken de aklıma geldi. Bi gün gelecek sen de aşık olacaksın. Umarım o günlerde de yanında olur, gözündeki ışıltıyı, yüzündeki gülümsemeyi, kalbinin çarpıntısını görebilirim. Aşk güzeldir, ama bazen bi şeyler yolunda gitmez ve biter. ya da hiç başlamaz, ona yaklaşamaz ona ulaşamazsın bile. Bazen sen isteyerek ya da istemeyerek bitiren taraf olursun. Bazen de o isteyerek ya da istemeyerek bitirir bu ilişkiyi. Böyle şeyler yaşamamanı dilesem de imkansız olduğunu adım gibi biliyorum. Bu yüzden de aşk acısı çektiğinde yanında olabilmeyi diliyorum. Ama olur ya yanında olmazsam, insan öyle zamanlarda acısını dindirmek için çareler arıyor. İşte bununla ilgili okumuş adamlara sormuşlar. Onlarda yanıtlamışlar. Belki aşk acını dindirmese de bi kaç dakika okuyarak uzaklaşabilirsin hissettiklerinden.

Prof. Dr. Arif Verimli:
Aşk acı değildir, sağlıklı insanlar aşk acısı çekmez, yaşadıkları sıkıntıyı da en fazla 40 günde unutabilirler.

Aşk gerçekten acıtır mı?

Normal, sağlıklı bireyler için aşk acısı söz konusu değildir. Sağlıklı bireylerin yaşadığı şeyin adı hayal kırıklığıdır. Bu da acı olarak değil ancak sıkıntı olarak tarif edilebilir. ( Fazla mantıklı, eğer acı çekiyorsan kendini anormal sanma. acı normal. yeter ki uzun sürmesin.)

Aşk acısını unutmanın belli bir süresi var mı?
Aldatma, terk edilme gibi duyguların maksimum yaşanma süresi iki ay sürebilir. Bu süre uzadıkça olay karmaşıklaşır. Bu da bireyin ruh sağlığının bozulduğu anlamına gelir. ( Bak adam haklı iki aydan fazla bi süredir acı çekiyosan, seni kolundan tutup doktora götürmeden önce sen git börtlenim)

Seks yaşanırsa unutmak zorlaşır mı?
Eğer seks kişi tarafından hayatının önemli ve değerli bir aktivitesi ise bu durumda ayrılığın getirdiği acı artabilir. Bu, kişinin sekse verdiği anlamla ilgilidir.

Sizce aşk acısını unutmanın en iyi yolu ilaç mı, zaman mı?
Aşk acısı normal olmayan bir boyutta yaşanıyorsa, ancak ilaçla geçer. Ruh sağlığı yerinde olan kişilerin acısını ya da sıkıntısını ise zaman geçirir.

Yeni bir ilişki aşk acısının ilacı olabilir mi?
Eskisini unutmak için yeni bir ilişki yaşanabilir. Ancak seçimin bu kez doğru yapılması lazım. Doğru seçim yapılmazsa bu ilişki de kısa sürer o zaman çekilen acı artar. Ancak doğru yapılırsa eskisi unutulur. ( Yeni bi ilişki eski acını unutturmaz. Acını katlamana neden olabilir. Unutma çok da sağlıklı düşünmüyorsun turuncum)

Kadınlar mı erkekler mi daha kolay unutur?
Erkekler kesinlikle daha kolay unutur. Erkek ve kadın beyni birbirinden kesinlikle farklıdır. Kadın ve erkekler aşk konusunda aynı şeyi düşünmezler. Biyolojik özellikleri nedeniyle erkekler daha kolay ve çabuk unutur. (Erkekleri suçlama, bu onların doğası gereği. Bak o seni unutmuş bile olabilir şu saatlerde. Sen de aklını başına topla benim tarçınım.)
Prof. Dr. Nevzat Tarhan:
Kadınlar aşktan yaralanır ve acı çekerler. Ve bu acıyı kadınlar erkeklerden üç misli daha çok yaşar ve daha geç unutur
Aşk gerçekten acıtır mı?

Erkekler aşka erotik bir anlam verirler. Aşk acısı çekmezler. Ancak kadınlar aşka duygusal anlam verdikleri için acı çeker. Kadınların yaşadıkları duygusal zedelenmenin adı gerçek bir yaradır, acıtır. (Bak Nevzat amcaya götürebilirim seni. En azından acı çektiğini biliyor.)

Aşk acısını unutmanın belli bir süresi var mı?
Duygusal yoğunluğa ve kişilik yapısına göre durum değişir. Bazıları hiç unutmaz, (sakın ama sakın bunu bi takıntı haline getirip hayatın tadını kaçırma böcüküm) travma olarak akıllarında hep kalır. Gençlik yıllarındaki aşkları için ileriki yıllarda alkolik olanlar bile vardır. (Pes yani diyorum ben de.)

Seks yaşanırsa unutmak zorlaşır mı?
Kadınlar için yaşanan seks, unutmayı zorlaştırır. Erkek, cinselliğin olduğu aşklarda gol atma duygusu yaşar. Kolay ulaştığında unutması kolaylaşır, zor ulaştığında zorlaşır.

Sizce aşk acısını unutmanın en iyi yolu ilaç mı, zaman mı?
Aşk acısı çektiğini söyleyenlere benim tavsiyem ilgi alanlarını değiştirmeleridir. (sana bi fotograf makinesi mi alsak, yoksa müziğe mi başlamak istersin fantakafam) Bunu yaptıkları halde başarılı olamazlarsa ilaç alsınlar.

Yeni bir ilişki aşk acısının ilacı olabilir mi?
Yeni bir ilişkiye kaçmak aşk acısını hafifletiyor gibi görünse de rastgele ilişki kurulmuş olur. Bu nedenle büyük olasılıkla ilişkide hayal kırıklığı yaşanır, eski aşkın yenisiyle unutulması, yaralıyken zordur.

Kadınlar mı erkekler mi daha kolay unutur?
Kadın affeder ama unutmaz. Erkekler ise çok kolay unutur. (Bak iki doktor amcada unutma konusunda hem fikir. Hadi yanımdaysan bi çay suyu koy. Ben kremalı pasta almaya çıkıyorum. krokanlı. uzaktaysan pastayı sen al (tabi hala diabet olmadıysam::)) ) ben çay suyunu koyarım.)

Perşembe, Haziran 21, 2007

Pazar, Haziran 17, 2007

babalar günü

Bugün Babalar Günü'ydü. Hafta günü (haftasonu) babamın toplantısı varmış, büyük adamlarla, aslında babamda kalacaktım hafta günü ama gelemedi işte. dün aşkam yyuuusiiinin düğününe götürdü ADA'm beni. Aşağıdaki gibi giyindim ve Ada bana makraj yaptı.

Hazırlandıktan sonra ada ile yuseye bale gösterisi yaptım. Sonra harkan bizi alıp çooluya götürdü abarayla. Düğüne gititğimiz de adanın bi sürü iş arkadaşı da ordaydı. Hepsini tanıyom artık ama ada isimlerini yazma dedi, o yüzden size sölemicem.

Herkes dansederken ben de etmek istedim ama annemin arkadaşları bana çok güldüler. gülsünler. olsun. onlar hiç dans edemedi ya. ben hiç olmazsa dans edecek birini buldum. kız mız ama dans ettim ya. ohhhhhh.

sonra oyun havası çaldı, herkes oynadı. ada da oynadı.

Gece geç geldik eve, hemen uyudum. çünkü yarın babam gelcekmiş annem öyle dedi.

Sabah adayı uyandırdım. içeri gidip nikolodyon açtık. "Sünger Boku" izledim. Aslında ismi başka bişi ama ben unutuyorum.Babam aradı geliyomuş, kahvaltı hazırladım babama. bi de hediye almıştım bi de okulda hediye yapmıştım öğretmenimle onları verdim. Çok sevindi. Birlikte kayıköye gittik. Çok eğlendik. Ada'ya sordum. "Babam artık bizle mi kalacak." ada "hayır , misafir oldu bize akşam evine gidecek" dedi. olsun yine de çok güzel zaman geçirdim. Çok mutlu oldum.

Cuma, Haziran 15, 2007


Denizde kararti var bu gelen kayik midur
Ben özledum yarumi ağlasam ayip midur


Oy dumanlar dumanlar hep dağlari sardunuz
Yüreğumun derdini bilsenuz ağlardunuz

K'arardi karadeniz taşti bu yana taşti
Haber verun yarume gözlerum doldi taşti

Gemi mil ilen olur sevda dil ilen olur
Güzeller çok var ama meyil birine olur

Perşembe, Haziran 14, 2007

De Ja Vu (zırvaladım okumayın)

Dün gece, Dudu erken uyudu. 22.30 gibi.

Tv'den öyle uzak kalmışım ki, zap yaptığım tüm kanallar ve kanallarda gördüklerim çok yabancı geldi. Biraz www.oyunus.com 'da wordabula oynadım.Süper sözcükler yazıp, kendimi takdir ettim. Sonra gözüme, p.tesi gecesi süpürgesiz cadılık görevini yerine getirirken duduşla ilgilenen, onu kreşten alıp, karnını doyurup, ilgilenen Yuse ile Harkan'ın seyrederiz diye getirdikleri ama seyredemedikleri "Dejavu" filminin VCD'si ilişti.

Açıp, izlemeye başladım. Film çok iyi miydi? Kötü değildi. Ama finali pek beğenmedim. Filmde, iyi adamlar, kötü adamı yakalamak için yeni bi teknoloji kullanıyorlar ve 4- 4,5 gün öncesini saniye saniye izliyorlar. Önce bunun uydular yardımı ile yapıldığını söylüyorlar ama sonra öğreniyoruz ki, gördükleri geçmiş değil. Yani görüntü o ana ait.Allahım anlatamadım. Sonra da o ana müdahale ederek olacakları değiştirmeye çalışıyorlar. Hoşuma giden tarafı şuydu. Zamanın akışına, geçmişe müdahele etmeye çalışmaları, gelecekte bi şeyleri değiştirmedi. Keşke finali de bu düşünce üzerine kurabilselerdi. Filmin bi yerine kadar, "ilahi güce, zamanın akışına ne kadar müdahale edersen et, sonucu (kaderi) değiştiremezsin" diye düşünüyorsun. "Kelebek Etkisi"nde geçmişe müdahale ne kadar zarar verici ise; bu filmde zamana müdahale o kadar zararsız, etkisiz bir hal alıyor. Aman boşver canım filmle ilgili konuşmak istemiyo galiba.

Sadece şunu söylemek istiyorum. Geçmişi değiştirmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Ama zaman zaman verdiğimiz minicik kararlarla, hayatımızın akış yönünü değiştirdiğimize inanıyorum. Bizim için basit bir "evet" ya da "hayır", eylem ya da eylemsizlik kendi hayatımızla birlikte, tüm evrenin de yolunu değiştirebiliyor bence. Dünya üzerinde milyarlarca insan olduğu, verilen küçük kararlarla hayatın akışını değiştirdiği düşünüldüğünde, gelecek sürekli yatak değiştiren bir nehir gibi akıyor demektir. O zaman şunu soruyorum kendime "yazılan sabit bi kaderin varlığından söz etmek mümkün mü? ya da kaderi yazan yaratıcı bu değişen akışı bile önceden görüp planlayarak mı yazıyor bu kaderi."

Yer Tanrısı ve Hızır, Hazır Nazır Ekibi ve Süpürügesiz Cadısı:)

Cicik Duru;

Meraktasındır belki ya da bu ADA amma da tembel çıktı iki satır yazmaya bile üşeniyor oldu diye düşünüyorsundur. Değil tatlım. Üşenmek değil bu... Çok param olsa başımı kaşımaya bi adam tutardım şu sıralar. Ve yazıya kabiliyetim olsaydı, acayip entrikalar ve komplelerle(komplo muydu) dolu, trajikomik ve aynı zamanda gerilimli bir kitap yazabilirdim.

"Aslında herşey bundan 5 sene önce başlamıştı" cümlesi olurdu kitabın ilk cümlesi. Yer Tanrısı (ki kesinlikle dalga geçtiğim düşünülmesin, kendisi için duyduğum en uygun yakıştırma) ve ekibi; kısa boylu hafif tıknaz ve takma akıllı romanın kötü kahramanıyla yüzyüze geldiklerinde, her iki tarafta birbirini ölçüp tartmış, notlarını vermişlerdir... Notlarının kaç olduğunu söylemeyeceğim ama kötü adam bu nottan hoşnut olmamakta, akıl arkadaşının taktığı akıllarla, Yer Tanrısı'nı gereksiz yere rahatsız ve taciz etmektedir. Yer Tanrısı bu, bir iki üç neticede yarı ölümlü olan Tanrı'nın sabrı taşmış ve Hızır, Hazır ve Nazır ekibi ile süpürgesiz cadısına,
"yaptığı bir değil iki değil yeter artık. birilerini buna notunu söylemeli" demiştir. Bu cümle üzerine iş başına gelen ekibi, yokluğunda epey bi işler karıştırmıştır:))) Döndüğünde krallığının başına gelen karışıklık karşısında, muhtemelen bıyık altından gülerek olanları dinleyecek ve engin Tanrısal güçleri ve ekibinin de küçük yardımları ile işleri yoluna koyacaktır.

Aslında çok yazasım, herşeyleri anlatasım var ama "meslek sırrı" dedikleri bi sorumluluğum da var. O yüzzden ısrar etmeyin ağzımı açmayacağım. Şu bir haftada öyle çok güldük, öyle çok sinirlendik, öyle çok üzüldük, öyle çok strese girdik ki, anlatılır gibi değil (anlatılır da dedim ya meslek sırrı:) ) ... sonuç olarak Yer Tanrısı ve ekibiyle çalıştığım için mutluyum.

Pazar, Mayıs 27, 2007

En büyüğü 36, en küçüğü 29 yaşında üç kız çocuğuna sahipler.

Biri 3,5 yaşında diğeri 3 aylık iki torunları var.

Biri bulmaca çözmeye, diğeri de yeni keşfi internette bi şeyler yazmaya bayılıyor.

Bugün Kıyıköy'ye turstik gezi yaptılar.

Yanlarına büyük kızlarını ve büyük torunlarını aldılar.

Denize karşı çay içtiler, küçük bi kasab lokantasında ızgara yediler, taş oyma bi manastıra gittiler, torunla kız ayaklarını denize sokarken arabada beklediler, dönüş youlnda her Kıyıköy dönüşü gibi, manda yoğurdu peyniri ve tereyağı aldılar.

Çok güzel bi gün geçirdiler.

Cumartesi, Mayıs 26, 2007

herşey zamanla değişiyo tarçınım. istekler, arzular, beklentiler, heyecanlar... Nasıl da bi heves le başlamıştım yazmaya. benden sana kalacaktı, bu küçük anılar. Hatırlayamadığın döneme ait yaşanmışlıklar... küçük bedeni ve kocaman yüreğini anlatacaktım sana. Oysa ne zamandır kelimelerim yerinde değil. hızlı akıp giden zamana, sen ayak uydurup hızla büyürken, ben zamanı durdurmuş gibiyim. Birbirinin benzeri günler geçiyo, birbiri ardı sıra... sen büyüyorsun. Artık sofrayı kurmakta bana yardım ediyorsun. Ayakkabılarını ters giydiğinde, "ters giymiş duru" dediğimde, "farkındayım anne" diyorsun. artık eskisi kadar sıklıkla "ada" demiyorsun bana. bi zaman sonra sadece annen olacağım sanırım. hala yemek yemiyorsun. çok sık antibiyotik kullanıyorsun. arada bi kavga ediyoruz seninle. uzlaşmayı biliyorsun ama arada senin de damarın var (ırsi sanırım) ayak diriyorsun. beğenilerin oturmaya başladı. neyi ne zaman giymen gerektiğine kendin karar veriyorsun. sıklıkla büyüdüğünden artık abla olduğundan bahsediyorsun. artık geçmişi hatırlıyorsun. senin de geçmiş hafızan var. sadece zamanları karıştırıyorsun, tüm geçmişler senin için "gün akşam". evde yalnızlıktan hoşlanmıyor, birilerinin evde seni bekliyor olmasını istiyorsun. oysa ben yalnızlığı seviyorum. artık bisikletini çok güzel kullanabiliyorsun. bazen gözlerinde benim bakışlarımı yakalıyorum, içim bi hoş oluyo. sevinmek gibi değil, üzülmek gibi değil, garip bi duygu işte... aslında yazılacak ne çok şey yaşandı...

seni çok seviyorum böğürtlenim. çok........

Çarşamba, Nisan 18, 2007

yapılan yolculuk













Çarşamba, Nisan 11, 2007

Babuba

Güzel bir trakya türküsüdür. bizim buraların türküsü. bulursanız dinleyin...

Sevdiğim iki gözüm
Ellere yar oldu ba bu ba
Kara tren aramıza kara duman ekti de
Gözgöre göre yazık eyyuba
Buraları sevemedim
Gönül orada
Yanıyorum tuz biber yarada
Deli gönül eremedi
Eyvah murada
Ölüyorum tuz biber yarada
Gözlerimin karesi
Kırmızı nar oldu ba bu ba
Meriçin azgın suyu
Aramıza girdi de
Gözgöre göre yazık eyyuba

Cumartesi, Mart 31, 2007

Güzel cümleler kurmak, birilerini en doğru ve en eksiksiz tariflemek gibi bir yeteneğim ne yazık ki yok. benim sadece öykülerim var. Yaşanmış... geç kalan bi post bu... beklenen bi post aslında.
aklımda bi öykü var. hava kararmak üzere, kasabanın minaresinden "Allahu ekber" sesi yükseldiğinde, eve dönüş için geç kaldıklarını anlamakta abla. kardeşini de kendisi gibi koşması için zorlamakta. küçük bacakları ablasının hızına dayanamayıp dolaşmakta. tüm kestirmeleri bilmekte abla, en kestirmeden gidebilmek için üç eltilerin arka bahçesinden geçmeliler, dar ve taşlı bi patika... dolanan bacaklarına engel olamayan kardeş, o küçük patikadan yuvarlanmakta ve beraberinde neredeyse kendi bedenin yarısı bi taşı da yuvarlamakta. küçük kardeş yerçekimine karşı koyamayıp, toprağa kapaklanmakta ve o koca taş, incecik el parmaklarının toplandığı pamuk gibi elinin üzerinde... Küçük kardeş acıdan gözleri dolu, ama abla telaşlı, taşı kaldırır, eline bile bakmadan koşmaya devam etmesi için onu zorlar. Ezan sona ermeden evin kapısını çalarlar. nefes nefese... o zaman abla dönüp küçük kardeşinin eline bakar. o minik eli üç katı gibi olmuş ve morarmıştır. Boğazına koca bi yumru düğümlenir. Sonrasında anneleri çiğ patates rendesi, çiğ et, rende soğan gibi ev ilaçları ile tüm şişliği geçirir iyileştirir küçük kardeşi.

Arada aklıma geldikçe bu öykü, yine o yumru düğümlenir boğazıma. üzülürüm o küçük kardeşin şişen eline. Canım kardeşim, küçük kardeşim, kızıl meleğim... Ayşenaz'ımın annesi. Bebeğimiz hayırlı uğurlu olsun. Allah uzun ve sağlıklı, mutlu ömürler versin, acısını göstermesin...

Pazartesi, Mart 26, 2007

olmadı.
yeni haline ilk postum olsun. Sadece izin vereceklerimin okuyacağı bi blog planlamıştım ama şimdi ne istediklerim ne de istemediklerim; kimse okuyamıyor. sadece kendime özel bi blog oldu sonunda. içimden geldiği gibi yazabilir, içimden geldiği gibi anlatabilirim. tabi anlatacak bi şey kaldıysa hayatımda...

Çarşamba, Şubat 28, 2007

Geçen haftasonu, soğuk bi yolculuktan sonra Şirin'e ulaşabildik. Ayşenaz'ımızın gelmesine sayılı günler kaldı. Adet bu ya, Ayşenaz'ın odasını görmeye misafir geldi geçen c.tesi. Gelen misafirlerden biri de Dudu'nun arkadaşı Ceren'di. Önce Ceren, Dudu'ya hediye gelen eteği beğendi ve giymek istedi. Biz de izin verdik. Biraz sonra Dudu geldi. Ada ben elbise giyeceğim dedi. İyi dedim. Gittik kırmızı elbisesini giydik. Ben mutfakta kek yapmakla uğraşıyordum, bi ara içeri girdiğimde, Dudu'nun ağlamaklı gözlerle Ceren'e bakıp, kırmızı elbisesini kemirdiğini gördüm. Yanına gittim. Adacım neyin var dedim. Ada ben başka elbise giyeceğim dedi. İyi, gittik başka elbise yok. Ama eski kot eteği var. Yaşasın dedi. Bi hevesle giydi. Ben tekrar mutfağa gittim. Döndüğümde, Dudu'ya hediye gelip Ceren'in giydiği eteği Dudu, Dudu'nun kot eteğini de Ceren giymişti. Henüz olayın vahametine varamamıştı ki. Ceren'in teyzesi Dudu'nun fotograflarını çekmeye başladı. İşte bu bardağı taşıran son damla oldu, iki genç kız arasında. Ceren haykırırcasına;
- Teyze çabuk sil o fotgrafları, hiç güzel çıkmadı Duru. dedi.
Duru üzgün üzgün baktı Ceren'e.

Bi müddet sonra, Ceren bale gösterisi yapmaya başladı. Herkes alkışlayınca, Dudu kendini ortaya attı. "Bakın bana, beni isleyin. Bakın nası yapıcam" nidaları ile odanın bi köşesinden öbür köşesine koşmaya, bacaklarını ayırmaya çalıştı. Bu arada Ceren'in babası nezaket olsun diye alkışladı. Dudu durumdan memnum ama Ceren'in ağzından:
-Babam da iyice çılgınlaştı. cümlesi dökülüverdi.Bi ara rakip olduklarını unutup, elbirliği ile Ayşenaz'ın odasına girip tüm çekmeceleri dökmeyi, buldukları küçük çorapları giymeyi bile becerdiler. O gece Dudu olmadığı kadar kıskançtı ve Ceren de ondan aşağı kalmıyordu.

Bi ara Ceren bale elbisesini göstermek istemesiyle, Duru'nun keyfi iyice kaçtı.

Yine Ceren'in babasının yaptığı iltifatlarla kendisine gelen Duru, geceyi kazasız belasız atlattırdı. Ama asıl güzel olan kızlarmızın çok dürüst olmasıydı. İkisi de hiç bir çekince göstermeden, birbirlerini pek sevmediklerini söylediler.


İşin aslını isterseniz, üç gündür o kadar yorgun ve yoğunum ki, keşke c.tesi gecesi üşenmeden yazsaydım diye düşünüyorum şimdi. Çok keyifsiz ve tatsız bi şey oldu ama, yaşanırken inanın çok eğlenmiştik. Yine de Duru'nun ilk kıskançlık krizi olarak blogdaki yerini almalı diye düşündüm. Okumasanız da olur.