Pazartesi, Temmuz 31, 2006

EĞER YARIN YOKSA ( III )

Öğle vakti olmuştu ve korkunç acıkmıştım. Uzun zamandan beri yemek istediğim, fakat mideme dokunur, kolestrolümü yükseltir diye yemekten çekindiğim bol tereyağlı, acı soslu iskender kebabını yemek istiyordum. Çünkü öleceksem, mideme dokunmasının ya da kolestrolümü yükseltmesinin hiçbir önemi yoktu. Büyük bir iştahla ve adeta koşar adımlarla şehrin en iyi iskenderinin yapıldığı yere geldim ve kendime; ağzıma layık koca bir porsiyon söyleyip iştahla yedim. Karnım doymuştu, mutluydum. Yüzümde sabah iliştirmeye çalışıp da beceremediğim gülümseme kendiliğinden belirmişti. Şimdi gökyüzü daha bir güzel, hayat daha yaşamaya değerdi.

Vitrinleri birbirinden güzel, mağazalarla dolu bir caddede yürüyordum. Ne yapsam diye düşünüp, vitrinlere bakarken birdenbire on gün önce beğenip de paraya kıyamadığım için alamadığım elbisenin önünde buldum kendimi. İçeri girip fiyatını bir kez daha sordum. Fiyatı aynıydı, değişen tek şey o elbiseyi istiyor olmamdı. Bir yandan kendi kendime gülüyordum, eğer öleceksem niye böyle bir şeyi alıyordum. Ama önemli olan bugün kendim için bir şeyler yapıp mutlu olmamdı. Elbiseyle birlikte araba doğru yürürken yine dalmış, ne yapayım diye düşünüyordum.

Eski anıları düşünürken, kendimi gençliğimin en güzel anılarını paylaştığım yerde buldum. Sahilde bir yere parkettim. Burası ailemden uzakta okuduğum için kalmak zorunda olduğum öğrenci yurdunun civarlarıydı. Ama hiçbir şey eskisi gibi değildi. O zamanlar bana eskiyi hatırlatan eski evler yerini blok apartmanlara bırakmıştı. Sahil kenarlarında bir tek yeşil yer kalmamıştı. Birden kalbim heyecanla atmaya başladı. Acaba yıllarca önce arkadaşlarımla oturup konuştuğumuz o eski kıraathane de yıkılıp, yeni moda bir fast-food mu olmuştu. Büyük telaşla yokuşu çıktığımda rahatladım. Eski kıraathane hala ayakta, hala eski ve anılarımla dopdolu beni bekliyordu.

Dere kıyısına yakın masaya oturdum, derenin akışını izliyordum. İşte hayatımda böyle akıp gitmişti. Ne çok insan tanımıştım, ne çok arkadaşım olmuştu, kiminin adını bile hatırlamıyordum. Bir çay içtikten sonra sahile doğru yürümeye başladım. İşte hayatıma giren ilk ve tek erkek olan eski kocamla buluşup, güneşin batışını seyrettiğimiz yer... Acaba şimdi ne yapıyordur? Boşanalı altı ay bile olmamıştı, beni nasıl da aldatmıştı. Bunları düşünerek telefon kulübesinin önüne geldim ve onu aradım. Ne yaptığını öğrenmeden ölmek istemiyordum.

- Alo... Buyrun.
- Merhaba.
- Alo... Sen misin? .... Nasılsın?
- İyiyim. Seni merak ettiğim için aradım. Ne yapıyorsun iyi misin?
- Hiççç. Bildiğin gibi çalışıyorum. Ya sen ne yapıyorsun?

Bir an bugün ölmeyi düşünüyorum demek geldi içimden, vazgeçtim ve yaramaz bir gülüşle;

- Ben de çalışıyorum. Şey.... Seni affettiğimi söylemek için aramıştım. Sana hiç kızgınlığım kalmadı.
- .................. Teşekkür ederim. ..... Buna çok sevindim.
- Kendine dikkat et. Umarım tekrar görüşürüz.
- Sen de dikkat et, tabi ki görüşürüz.

Bunu yaptığıma, daha doğrusu yapabildiğime inanamıyordum.

Sahil kenarına geri döndüm, bir kenara ilişip güneşin batışını tek başıma izledim. Hava yavaş yavaş kararıyordu ki evin yolunu tutmuştum. Eve geldiğimde önce dışarıda iyi bir restoranta yemek yemeye karar verdim. Yeni aldığım elbisemi giydim, süslendim, sonra vazgeçtim. Tek başıma lüks bir restorantta yemek yemenin bir anlamı yoktu. Üstümü değiştirmeden, evlere servis yapan lokantalardan birine yemek için bir kaç şey söyledim, soframı hazırlayıp, tek başıma mum ışığında yemeğimi yedim.