Çarşamba, Eylül 06, 2006

Reyhan Fun Club hakkında...

Günlerdir hep aklımda olmasına rağmen, kızım işin mi yok, bırak insanları kendi kendilerine bi eğlence bulmuşlar, hem yanlış anlaşılırsın, polemiğe girmeye gerek yok gibi cümlelerle engelledim sözcüklerimi. İlk okuduğum postta sevimli bile gelmişti. Hani böyle bi gerçek vardı, zaman zaman espri konusu olur, gülünüp geçilir, unutulurdu.
Postu yazan blogerla bi alıp veremediğim yok, hatta en sevdiğim arkadaşımın sayfasında eklidir, ordan ulaşıp okuduğum da zaman zaman beni mutlu bile eder. Sevimli, cimcime , gencecik bi kız çocuğu... Onun da içinde bi kötülük yok bunu da biliyorum ama yine de bi kaç sözcük etmeden geçemeyeceğim.

Şimdi düşünün, şöyle şapkanızı çıkarıp önünüze koyun. Liseyi bitirdiniz ya da bitiremediniz. Babanız izin vermedi, izin verdi ama imkanları el vermedi,imkanları el verdi ama bitirse ne olacak kızımı çalıştırmam dedi ya da ne kadar okutmak istese de sizin yeteneğiniz sınırlıydı. Sınırlı olmasa bile hayatın gerçeklerini idrak edemiyordunuz, beklentileriniz ve bakış açınız farklıydı ve sonuç olarak sınırları olan eğitiminizi tamamladıktan sonra annenizin yanına kalifiye sağ kol, bi numaralı yardımcı olarak yaşamınızın ikinci bölümüne başladınız.

Ne beklersiniz hayattan. En kötü ihtimalle kimseye muhtaç olmadan hayatınızı devam ettirmek değil mi? Bunu nasıl sağlayabilirsiniz. Elinizden geldiğinizce evişlerine yardım etmeye, ailenizin üzerindeki yükü üstlenmeye çalışırsınız. Ve zamanla kendinize ait bir ev hayali içinde bulursunuz kendinizi.Evime şöyle perde takacağım, böyle bi tencerede yemeği pişireceğim. Benim de sözümün geçeceği, hüküm sürebileceğim bi evim olacak. Amakendinize ait evin tek yolu evlenmektir. Çünkü tek başına yaşam hem maddi açıdan mümkün değildir, hem çevreniz buna asla izin vermez. Siz de beklemeye başlarsınız. Hayırlı bi kısmet diye tabir edilen bi yabancının gelip, evim diyebileceğiniz dört duvar arasına götürmesini. Kendinizi zaman zaman yararsız hissedersiniz. Zaman geçmeye devam eder ve siz hala hayırlı bi kısmet bulamazsanız ne olur. Arkadaşlarınız birer birer evlenir, kimi gurbete gider, kimi çoluk çocuğa karışmaya başlar. Eskiden konuştuğunuz bakkalın çırağı, yeni taşınan komşunun üniversiteye giden oğlunu konuşamazsınız artık. Siz bekarsınızdır, kırk yılın başı hayırlı talip bulmuş arkadaşlarınız da artık sizi pek görmek istemezler, siz de içten içe kıskanırsınız çiçekli perdelerini, sümüklü çocuklarını. Ama yapacak bi şey yoktur. Bu hayırlı talip pazarda satılmamaktadır ki. Yaşınız biraz daha ilerlediği zaman ne olur? Artık üniversite öğrencisi yerine, iş güç sahibi talipler hayal edersiniz ama yavaş yavaş herkes endişelenmeye başlar... Anne ve baba yaşını almıştır ve daha ne kadar başınızda bulunacakları, sizi kötülüklere karşı ne kadar koruyup kollayabilecekleri soru işaretidir. Ve onlar daha da endişelenir. Sizi kime emanet edeceklerdir. Bir iş sahibi olamamışsınızdır. Babadan kalma sabit bi gelir yoksa durumunuz daha da acizdir. Yalnız başına sokağa bile çıkmamışsınızdır belki. Gittiklerinde tek başına dış dünyayla nasıl başa çıkacaksınızdır. Artık hayallerinizdeki perdelerin çiçekleri solmuş, tencereniz teflonu çizilmiş, islenmiş, iş güç sahibi yakışıklı, mevki sahibi bekar talip yerini, dul çoluk çocuk sahibi, yaşlı dul adam hayali almıştır. Tek istediğiniz yalnız başına şu dünyadan göçüp gitmemektir. Acıklıdır, dokunaklıdır ve bizim gerçeğimizdir. Türk gelenek ve göreneklerine göre evde oturup beklemekten başka bi seçeneğiniz yoktur ve siz böyle oturup beklerken, henüz yalnızlık duygusunun ne kadar can acıtıcı olduğunu hissetmemiş, hayatlarının sonuna kadar yalnız kalsa bile maddi açıdan kimseye muhtaç olmadan yaşamına devam edebilecekler sizin için "evde kalmış kız kurusu" diye konuşup gülüşmektedir. Siz, duymasanız bile gözlerinden anlarsınız sözcüklerini, umursamaz görünseniz de içiniz yanar.

Hayatınızın sonuna kadar kimsenin size "evde kalmış kız kurusu" muamelesi yapmaması dileğiyle. Sevgilerle.