Çarşamba, Ocak 31, 2007

Bu gidişle 2015'i göremeyebiliriz

Aşağıdaki yazıyı emailimde kayıtlı tüm adresle gönderdim. Amacım biraz daha fazla kişiye ulaşabilmek, 3,5 yaşında bir kızım var ve 2015'de 11,5 yaşında olacak. Ve benim kızım gibi milyonlarca çocuk var. Belki işe yarar diye düşünüyorum. Belki biraz daha geciktirebiliriz. Biraz daha duyarlı olup, ufacık önlemlerle belki.... Bilmiyorum. Sonuna kadar okumak için sabır gösterdiğiniz için de teşekkür ediyorum.


Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni ve Bilgi Üniversitesi’nde küresel ısınma konulu dersler veren Ömer Madra, CNN'de Gece Görüşü programında yayınlanan bir söyleşisinde oldukça ürkütücü tespitlerden bahsediyor. İşte geçen haftalarda yayınlana söyleşiden çırpıcı başlıklar ve Madra’nın korkutan tespitleri:
• Sorun enerji dengesinin bozulmasından kaynaklanıyor. Medeniyet büyük tehlike altında. Okyanuslar ısınıyor.
• Dünyanın akciğeri dediğimiz tropik yağmur ormanları, kuraklık yüzünden bir-iki yıl içinde yok olabilir, milyonlarca yıldır var olan 200 metrelik dev ağaçlar kökünden devrilebilir. (Yaşarken karbondioksit emen ağaçlar, öldükten sonra karbondioksiti geri bırakıyor.)
• NASA’dan James Hanson’a gore gezegen 1 milyon yıldan beri en sıcak günlerini yaşıyor. Hanson ekliyor: "Bir şeyler yapmazsak “2015’i zor görürüz.”
• Bu ne karamsar tahmin demeyin. Beteri var. Tabiat ana teorisini ortaya atan bilim insanı James Lovelock ise “Artık iş işten geçti, ne yapsak boş” görüşünü savunuyor ve o da ekliyor: “Kuzey Kutbu'nda bir 500 milyon kişi kalırsa kalır, diğerleri için yapacak bir şey yok.”
• Kutuplar ısınıyor. Beyazken güneş ışınlarını yansıtan buzullar eridikçe, alttan lacivert deniz ya da kara parçası çıkıyor. Daha koyu olan buzul güneşi geri yansıtamıyor ve böylece daha çok ısınıp daha çok eriyor. Tam bir kısır döngü.
• Eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore bu konuda bir belgesele imza attı. Adı “An Inconvenient Truth”. Türkçeye “uygunsuz gerçek ya da rahatsız edici gerçek" olarak çevrilebilir. Hâlâ ülkemizde gösterime girmedi, bekliyoruz.
• Konuyla ilgili yeni bir de keşif var. Okyanusların dibinde buz kristalleri şeklinde metan gazı yumruları milyonlarca yıldır kimseyi rahatsız etmeden bekliyordu. Isınmayla ve altında kaldıkları buzulların erimesiyle ortaya çıkmaya başladılar. Bu ne demek? Metan salınımının artması demek. Şöyle söyleyeyim: Metan, küresel ısınmada, karbondioksitten 20-22 kat daha etkili.
• Dünya tarihinde ilk kez bir meskun ada haritadan silindi, üstünü sular kapladı. Yok artık. Hindistan’da Bengal Körfezi’nde, 10 bin kişinin binlerce yıldır yaşadığı bir ada geçtiğimiz ay boşaltıldı. Yani küresel ısınma dünya haritasını değiştirecek kadar “cüretkar.” Üstelik bu sadece başlangıç, devamı gelecek göreceksiniz.
• Aslında gezegen 251 milyon yıl önce de benzer bir felaket yaşamıştı. Nedeni tam belli olmasa da, Sibirya’daki volkanik patlamalar etkili olmuştu. O zamanki sıcaklık artışı 6 dereceymiş. Dünya 15 yılda 6 derece ısınmış ve felaket olmuş. Şimdiki beklenti ne, biliyor musunuz? Önümüzdeki yıllarda gezegenin ısısı yine 6 derece artacak. O zaman sadece metan salınımıymış problem, şimdi bir de endüstri devrimiyle gelen karbondioksit de var. Uzun lafın kısası yaşamın yüzde 90’ı yok olacak.
Peki ne yapılmalı?
Tüm yük bizim kuşağın omuzlarında. Yani çocuğumuz ya da torunumuzun elinden bir şey gelmez, vakit yok çünkü. Herkesin bildiği, bizim de içinde bulunduğumuz birkaç ülke dışında tüm dünyanın taraf olduğu KYOTO Protokolü aslında sembolik bir anlam taşıyor. Herkes uysa, gaz salınımları yüzde 5 azalacak. Ama dünyanın acilen ihtiyacı olan rakam ne? Yüzde 60! Hatta bu rakam ABD için yüzde 90!
Haydi bunlar devlet politikaları, bireysel olarak ne yapabilirim derseniz, işte size Ömer Madra’dan birkaç tavsiye:
• Evlerde, bildiğimiz Tungsten ampuller artık kullanılmamalı. Yerine yüzde 75 daha az enerji harcayan tasarruflu ampuller var. Her yerde satılıyor.
• Göğü ısıtmak kadar çılgınca bir şey olamaz. Kafelerin bahçelerindeki o gazlı, şemsiye şeklindeki ısıtıcılar kullanılmamalı. Fenerbahçe taraftarı kış mevsiminde üşümesin diye Saracoğlu Stadı ısıtılmamalı.
• Plazma TV’ler, gerçekten ihtiyaç yoksa satın alınmamalı. Vergi oranları artırılmalı. Muazzam enerji harcıyorlar çünkü.
• Otomobil kullanımında ortak havuza geçilmeli.
• Belki de en yaygın yanlış, elektrikli cihazlar “stand by” yani bekleme konumunda bırakılmamalı. Orada da yüzde 25’e varan enerji kaybı söz konusu çünkü. Üstünden kapatmak o kadar da zor değil.

Pazartesi, Ocak 29, 2007

Bunları biliyor mıydınız? (özel istek üzerine)

- Solak olduğumu,

- "Sen deli bi kadınsın". diye cümle kurabilen 3,5 yaşında bi kızım olduğunu (tamam hile yapıyom bunu biliyonuz ama bilmediğiniz de bi şi yok ki canım)

- Çalışma hayatına bir süre ara verdiğimi ve bu sürede tüm "benimle evlensene" türü sosyal içerikli programları seyretmekle kalmayıp, ikindileri "yaseminin penceresi"ndeki akıl almaz hayatları da takip ettiğimi,

- Baba tarafından Yörük, anne tarafından (anneanne Selanik, Dede Ohri ) göçmen olduğumu ve arada bir gitsem bi iz bulabilir miyim diye düşündüğümü,

- Aylin KOTİL'in benden güzel olduğunu (inanmazsanız Purçak's sorun),

- Yuse, Marvin, Purçak, Serbinaz'la birlikte aynı işyerinde çalıştığımızı,

- Çayı, kahveyi ve her türlü sıcak içeceği şekersiz içtiğimi,

- Hem "m", Hem "s", Hem "z" ve hem de "k" olduğumu,

- Aslında çok bildik ve sıradan bi insan olduğumu,


Biliyor mıydınız? Bu kadar gereksiz bilginin neden verildiğini merak edenlere:
Sevgili n'un ya da bana göre Yuse'nin sobelemesi nedeniyle bunları açıklıyorum. Bu ebe-sobe geleneğine göre, benim de birilerini sobelemem ve o sobelenenlerin de en az benim kadar açıklayıcı kişisel bilgiler vermesi gerekiyor.

Kimi ebelesem ki; herkesi tanıyorum kardeşim... Bi Mathy var ebelenecek ki onu da başkası ebelemiş zaten:) Ebelenmek isteyenlerin yorum kısmına müracaat etmeleri önemle rica olunur.

Pazar, Ocak 28, 2007

simena


Ada Dudu'yu simenaya götürmeye karar verdi.
Bunun temel sebeplerinden biri "Ada pengüvenler nası baarırrr." sorusuna cevap aramaktı.
Neşeli Ayaklar isimli filme gidildi.
Ada filmi beğendi ama Dudu filmin güzel olmadığını düşündü.
Önce Ada'nın kucağında oturdu. Ardından ayakta dikilip kafasını Ada'ya yasladı. Sonra çizmelerini çıkardı.
Sonra açık açık "Ada bu kötü " diye sesini yükseltti. Baktı olmuyo, hala en büyük silahına darandı, avaz avaz ağlamaya başladı. Ada nasıl toparlandı, nası salonun kapısını buldu, nası kendini dışarı attı bilemedi.
Ada mutsuz, Ada sinirli, Ada huysuz ve Ada keyifsiz. Hepsi bu...

Salı, Ocak 23, 2007

ADA SAHİBİ ya da ADA OLMAK (Tüm Ada'lar İçin)

Tanınmış gezgin Thomas Cook, bir araştırma gezisi sırasında Atlas

Okyanusu'nun ıssız bir yerinde, çığlıklar atan milyonlarca kuşun havada
daireler çizerek uçtuğunu gördü. Kulakları sağır edecek denli yüksek sesle
çığlıklar atan kuşların kimileri yoruldukça, kendilerini okyanusun dev
dalgaları arasına atıyorlardı. Onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına son
veriyorlar, kendilerini okyanusun dalgalarına bırakırken, çaresizlikten
ölüme teslim oluyorlardı.
 
Bu olaya yalnızca Thomas Cook değil, o bölgede ki balıkçılarda yıllardır
tanık olmuşlardı. Kuş bilimcileri ise, yaptıkları araştırmalarda göçmen
kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini
keşfediyorlar, fakat onların, birbirleri peşisıra kendilerini ölümün
kucağına atmalarının nedenini bir türlü çözemiyorlardı.
 
Gerçek, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın
yaşandığı yerde bir zamanlar bir ada vardı. Göçmen kuşların göç yolu
üzerinde bulunan bu ada, bir deprem sonunda, okyanusa gömülmüştü.
İnsanların, yok olduğunun bile ayırdına varamadıkları ada, göç yollarının
ortasında kuşlar için vazgeçilmez "dinlenme" durağıydı. Kuşlar binlerce
yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler ve
yıpratıcı, uzun yolculuklarının ortasında, biraz dinlenebilmek ve
toparlanabilmek için, yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle,
okyanusun ortasındaki adaya geliyorlardı ama... Olması gereken yerde adayı
bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun
sularına bırakmak zorunda kalıyorlardı.
 
Söz kendini toparlamaktan açılmışken soralım. Sizin hiç "kendinizi
toparlayacağınız" bir adanız oldumu? Yaşamın uzun "göç yolları"nda acaba,
sizinde bir yudum taze soluk alabileceğiniz, yolunuzun kalan bölümüne dinç
olarak devam etmenizi sağlayabileceğiniz bir adaya sahip olabildiniz mi?
Birgün yerinde bulamadığınızda ise, ona illede ulaşmak ve sığınmak için
başınız dönercesine, dengeniz bozulurcasına çırpınıp kanat çırptığınız bir
ada yaratabildiniz mi yaşamınızda kendinize?
 
Herşeyi sınırsızca paylaşabildiğiniz bir dost, yola birlikte çıkacak denli
güven duyduğunuz bir arkadaş, size her zaman huzur verecek bir eş, ulaşmak
için yıllardır uğraş verdiğiniz bir amaç edinebildiniz mi? Şöyle daha bir
iyi bakın çevrenize... Size gelen, size sığınan...Sizin gittiğiniz, sizin
sığındığınız...Sizin bulduğunuz dostlarınızı bir düşünüverin. Sonra da bir
gerçeği görüverin gözlerinizle:
 
Sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız
var çevrenizde ve...
 
Durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç
dostunuz için siz bir adasınız?

Hayatımdaki Ada'lara ki onlar kendini bilirler...


not: Alıntının sahibi keşfedilememiştir. Kendisinden özür dilerim.

Cuma, Ocak 19, 2007

36


Altının karesi, Kerrat cetvelinin en kolay ezberlenen çarpımı, kremin kahveye çalmaya başladığı, yeşilin kızıla döndüğü, güneşin ikindi ile akşam üzeri arası olduğu yer. Narın, çiçeklerini döktüğü ama henüz meyveye durmadığı, incir ile çekirdeksiz kuru üzüm arasında bi mevsim. Olgun, saygın, tecrübeli, söz dinleten.Eski kitap ve şarap kokusu. Günlerden perşembe. Kırktan dört eksik, otuzbeşten bi fazla. Otuzaltı. Oysa ben yirmisekizi severim.

Bundan sonra, soran olursa eğer, böyle diyeceğim. Otuzaltı.

Pazartesi, Ocak 15, 2007

Merhaba

Geçen yılın son günleri ile yeni yılın ilk günlerini saran sağlık sorunları (önce annem, arkasından dudum, sonrasında da ben), bunlara eşlik eden.... Neyse, herşeyi uzağımızda bırakmış olmayı diliyorum.

Kışın bu günlerinde inat gökyüzünde durup, artık kendime gelmemi söyleyen güneşe,
endişeli gözlerle beni seyreden anne ve babama, herşeyden habersiz "ada sen de hasta oldun. sana da kebelek takıcaklar mı" diyen dudu'ma ve Ada'ma daha fazla haksızlık yapmamalıydım. Sabaha umutla açtım gözlerimi. Uzun süredir uzaklarda olduğunu sandığım yaşama sevincimi buldum başucumda. Mahçup gülümsüyor, "Füs çok uzadı, kalk artık" diyordu. Gülümsedim. Azcık atıştırdım, çok çay içtim. Duduya hazırlanmasını söyledim. Babamın gözlerindeki gülümsemeyi görmezlikten geldim (ki gözgöze gelsek ağlaşıvericez). Bi solukta sokağa attım hepsini. Buraya yakın olduğunu bildiğim ama geldiğimden beri (neredeyse 1,5 yıldır) gitmeyi ertelediğim yere "Kıyıköy"e sürükledim peşimden.

Fırsattan istifade, dudusuyla dedesini görüntüledim. Arkada Kıyıköy sahili. Karadeniz'de bi yer, haritada açıp bakın. Hayal ettiğim gibi değildi. Limanda sadece balıkçı barınakları vardı. Sadece köyün girşinde sağda bi yer çarptı gözüme, motel ve restorant, onun da mevsimi değildir şimdi. Ama denizi görmek de, denizin kokusunu duymak da çok iyi geldi.


Deniz kenarında en sevdiğim şeyi Dudu'ya da öğrettim. Birlikte deniz taşı ve kabuğu topladık. Dudu denize taş attı. Henüz taş sektirmeyi keşfetmedi (ki hoş keşfetse de ona öğretecek kabiliyette değilim. Attığım taş sadece bi kez sekip suyun derinliklerini boyluyo. allam niye konuyu böyle dağıtıyorum ki ben )


Konforlu değil, tesis yok ama çok sakin bi yer. Kafa dinlemeye, hani olur ya sevdiğinle bi kaçamak yapayım, bi gün çalayım denecek bi yer. Tabi zevk meselesi. Kimseyi umutlandırmak istemem.


orda oturup soluklanacak bi yer bulamayınca, baba kır dümeni Kastro'ya dedim. Yol üstü gelmişken bi de orayı görelim ona göre bi dahakine hazırlıklı geliriz.

Orasını da sevdim ama yazmak istemiyo canım. Sadece şunu bilin, çok güzel balık rakı olur ama var olan tek tesisin de kapısı mevsimi olmadığı için kilitliydi. Nisan'da sezon açlıyomuş. Sırf balık rakı için bi kaçamak yapacağım beklerim efenim.

Dönüş yolunda Bahçeköy'den manda yoğurdu, tereyağı ve köy peyniri aldık. Hiç biri hatırladığım tatta ve lezzette değildi. Sanmayın ağzımın tadı yok, büyüklerimde beğenmediler. Ama yoklukta napcan yiyoz işte. Haaa tabi daha önce manda yoğurdu, yağı ve peyniri yemeyenler için lezzetli olabilir. Ayyy benden bu kadar. Yoruldum. Yaşama sevinci de yorucu bi şiymiş canım. Canım kurda kuşa merhaba demek istiyo:)Her neyse postumuzu "iyi geceler küçük joo" diye kapatmak istiyorum.
-iyi geceler küçük joe.
-iyi geceler büyükbaba.
-iyi geceler laura.
-iyi geceler büyükbaba.
-iyi geceler küçük joe.
:)))))

P.S. Rakı diyorum, balık diyorum. Sesim geliyo mu?:)))

geç kalmış post

Bazen güzel anların fotograflarını çekiyor, bunu da post yapayım, dudu büyüyünce gülsün diyorum ama araya bi şeyler giriyo unutuyorum. Bu da işte öyle, fotosu önce çekilmiş, geç kalmış bi post.
Yukarıdaki neyin fotografıdır.
a-) Yuranın hediyesi tatlı palyançonun
b-) Dudunun ev içi gezintisinde kullandığı bisikletinin
c-) Adaya yıllar önce genç arkadaşları tarafından (geleceği görmüşler de almışlar dedirten) kızıl saçlı bebeğin
d-) Yer minderlerinin
e-) Siz bilin.


tamam yukarıdaki biraz karmaşıktı. Şimdi ne düşünüyorsunuz. Evet yukarıdaki fotografla birleştirilince bu fotografın ne olduğu anlaşıldı. Peki sizce Dudu orda ne arıyordu?
a-) Öküz altında buzağı
b-) Ada'sını
c-) Ada'sından sakladığı topidik topidikleri
d-) Kendi gezegeni ile irtibata geçiyordu (hayal gücünüzün sınırlarını deniyorum)

Ben çok insafsız bi örtmen olurdum galiba. Çünkü doğru cevabı şıklara bile yazmadım. Ya da benden örtmen zaten olmazdı , çünkü alt tarafı posta eğlence katmaya çalışan sıradan bi adayım.Dudu orda bi şi aramıyordu. Hatta aramak fiili ile hiç bi ilişki yoktu. Çünkü aranan zaten dudunun kendisiydi. Evet bildiniz, sakkambac oynuyolardı.

Salı, Ocak 09, 2007

Dudu'nun lüleleri

Geçen pazar, hava güneşliydi. Dudu'yu alıp alışverişe gideyim dedim. Saçlarını taratmadı yine. "Kestirelim mi annecim" diye öylesine sordum. Cevabı biliyordum. "hayırrrrr". ama öyle olmadı" olur" dedi. "ama arkalarını kesmesinler. önnerini kessinler". "tamam" dedim. hazır kendi de istiyorken kestireyim bari. Kendi saçımla oynayamayacak kadar yorgundum. Dedim ha benim saçım ha kızımın nasılsa değişiklik değil mi iyi gelir ikimize de. siz siz olun, öyle kendiniz yerine başkasının saçını kesmeye boyamaya götürmeyin, hem işe yaramıyor, hem de köpekler gibi pişman olma ihtimaliniz kuvvetli. İşte aşağıda o günün fotoromanı vardır. Seslendirme tamamen içsel olup, ikimizinde ağzını bıçak açmamıştır.

-Ada, burda olmayı istemiyorum. çok yalnız hissediyorum kendimi.
-Korkma balım. konuştuğumuz gibi.

-Biliyorum ama neden abla koltuğuna oturtmadılar beni.
-Çünkü sen daha küçük bi perisin.-Ada korkuyorum ben.
-Korkma tarçınım ikimize de iyi gelecek.
-Hep böyle mi olur?
-yok ilk kez olacak ya. ondan böyle hissediyorsun. Sonra sen de severek geleceksin. İyi gelecek hem. Büyüyünce anlayacaksın.-Ada yanıma gel. ya da bi şey yap. Arkalarını kesmicekler değil mi?
-Arkalarını kesmicekler böğürtlenim.-Allah'ım nasıl da uzunmuş saçların. İlk doğduğundan beri uzattım onları ben. Taradım, toka taktım, süsledim, ördüm. Kreşte manken saçını öğrendin. Her sabah manken saçı kavgası yaptık seninle. en uçlarındaki saçlarla dünyaya geldin. İlk doğduğun günler, o küçücük kısa saçlarını koklayıp ağlamıştım. Saçlarınla birlikte zamanda uzayıp gitti. Her milimetresinde kimbilir neler yaşadın, yaşadım.
- Acaba kestirmekle doğru mu yapıyorum. Acele mi karar verdim. Hiç mızmızlanmadın. Ama ellerimi sıkıca tuttun. Konuşmadan, gülümsemeden, aynı endişeli ifade ile.
-Ada çok kısa olmayacak değil mi?
-Hayır balım kısa olmayacak.
-Emin misin?
-Aslını istersen bilmiyorum bebeğim. İyi mi oluyor bilmiyorum.
-Saçlarımı ne yapıyorlar.
-Benim için topluyorlar bitanem. Saklamam için.
-bitti mi ada?
-Evet balım bitti.
-Ah canım kızım. Bebeklik saçlarınla birlikte, lülelerini de kaybettik. Umarım farkedip, çok üzülmezsin. Özür dilerim. Bilemedim böyle olacağını. Yeni saçını güle güle kullan. saçını kestirirken de, bi şey yaptırırken de iyice düşün. Çünkü bi kadın için saçlarının nasıl göründüğü önemlidir. Kendini iyi de hissettirir sana, kötü de. Fikrimi sorarsan asla koyu renge boyatma. Araya balyaj ya da gölge olur ama bana kalırsa rengiyle oynama. Anne değil, yetişkin bi kadın tavsiyesi bu. İlk saçını işte böylece kestirmiş olduk. Seni çok seviyorum benim güzel böcüğüm.

Cumartesi, Ocak 06, 2007

Pazartesi, Ocak 01, 2007

hain cüce benim kabusumda

insan günlerce yatak ve yorganla dost olup, rüyalarda konuşunca, epey bi geveze oluyormuş. Yumut kardeşin rüyasına giren cüce, dün de benim rüyamdaydı ama takım elbeiseli değildi. Ve sürekli bi asansörden diğerine biniyor ve 7. kata çıkmaya çalışıyorduk ve her kabus gibi asla 7.kata varamadan ve sürekli birilerinden kaçarak...
En sonunda merdivenlerden inmeyi teklif ediyordum bizim cüceye. ama bu kez de asansörün kapısı açılmıyordu. Ardından hızla aşağıya doğru kaymaya başlayan asansör kabininin altına sıkışıyordu bizim cüce. asansör duruyordu, kapı aralanıyordu. güçlükle açıyordum kapıyı. teker teker asansör içindekileri bolaştıyordum. Kızım, bi sırt çantası, cüce, el çantam. kendime çeki düzen veriyordum, kızımın elinden tutup, cüceyi kucağıma alıyor ve yürüyordum. istikamet, ulaşamadığım 7. kat. Tabi ulaşamadan uyandım. Belki bu kabusun devamını bu yatışımda görürürüm de, neden 7.kata gitmem gerektiğini anlar ve sizinle paylaşırım.
bu arada rejim yarışması sonuçlandı. ben yarım kilo vererek ikincilik taçını başıma taktım. bi görseniz nası süzüldüm. Tabi bu süzülme durumu, bu yarışma ertesi yakalandığım hastalıktan sonra, keşke süreyi bi hafta daha erteleyebilseydim. Nazmiye teyzemin baklavasını bile yiyemedim. Düşünün gerisini. Kesin birnici ben olurdum ya.... kısmet işte. Tebrikler eidyoruz serbinaz hanım sizi.

2006 bitti, tüm kurbanlar kesildi.

2006'da, süresi dolunca bizi terk etti. Onun da bi son kullanma tarihi var değil mi? şimdi gıcır gıcır 2007 var elimizde, en azından yıllar konusunda son kullanma tarihine bakma zahmetine gerek kalmıyo. Onlar kullanma tarihleri dolunca terk ediyolar bizleri. Biz de kullanma tarihi dolduğu için güle oynaya kutlayarak uğurluyoruz. Güle oyna kutlayarak karşılıyoruz yeni yılı. bu yılı yatağımda nefes alma, konuşma ve yutkunma zorluğu ile karşıladım. kullanma tarihi dolan yılı da ona yaraşır şekilde sessizce konuşmadan uğurladım.

Yeni yılla bi arada Kurban bAyramı'na da idrak etmiş olduk. Onunla ilgili de iki laf edeyim . Tüm kurbanlar kesilmiştir artık. Etrafta THK bağışlanacak deri bile kalmamıştır. Bu arada merak ettim hala kokoreççi var mı? yoksa AB uyumu için onları kaldırdık mı? Gündemi ne kadar yakından takip ettiği mi görüp gözleriniz de yaşarabilir, yaşarsın. canım kokoreç istedi benim. Hastalıktan galiba. umarım 2007'nin devamı ilk günleri gibi şahane geçmez. 2007 ile ilgili güzel planlarım var. Allah sağlık sıhhat versin tabi öncelikle. Her işin başı sağlık, sonra huzur, sonra mutluluk, sonra para, sonra ammaaan ne bileyim. saçmalamak benim de hakkım. Hele de ateşim bu kadar yüksek iken. hadi size iyi yıllar ve iyi bayramlar.