Perşembe, Haziran 19, 2008

Bi sonraki macera:)

19 Mayıs'taki üç günlük tatili fırsat bilip, kızkıza bir de Emre. Kızkıza dediysem valla öyle. Ben, kızım Duru, Şirin kızı Ayşenaz, Annem küçük kızı Sibel, altı kız bir de başımızda erkek olarak Emre. Bilmezsiniz siz, biz başımızda erkek olmayınca sokağa çıkmayız:))))

6 saat sürmesi gereken yol, Geyikli'de uzayan feribot kuyruğu nedeniyle 9 saat sürdü.

İlk durağımız Ecebat iskelesiydi.


Sonra ki durak Geyikli iskelesi olacaktı ki, kuyruk sebebiyle Geyikli kırsalı idi. Bizimkiler bunaldı, indiler kırsala.

Sonra ki durak iskele önündeki çay bahçeleri idi. Ondan sonra iskele ve feribot. Bozcaada'ya vardığımızda perişan haldeydik. Tatil boyunca bizim kızların teyzesi olacak sibel adlı şahıs, Duru'yu Ayla Hoca, Ayşenaz'ı da Ademnaz olarak çağırdı. Neden mi? Efendim bi zamanlar, yaşı geçkinler bilir TRT4'te açıköğretim dersleri vardı. İngilizce dersini yapan, bi hanım vardı. Hani hafif tombul ve küt saçları olan. O kadının adını hatırlayamazdık ama aynı dönemde benim Sosyal Bilgiler Öğretmenim vardı(kulakları çınlasın) adı Ayla. ona benzetirdik, ne zaman o açıköğretim ingilizce dersini hatırlasak, oradaki küt saçlı kadına Ayla Hoca derdik. Şimdi diyeceksiniz ne ilgisi var. Ya Duru'nun hiç suçu yok, saçını küt kestirmiştim. Yani Ayla Hoca ile tek benzer yanı ikisinin de saçının küt olması...


İşte bu da Duru'nun teyzesinin deyişiyle Ayla Hoca hali:)))
Gelelim Ademnaz'ın sebebine. Benim tatlı teyzem saçsız doğdu. Doğduktan bu yana yıl geçti ama hala ele avuca gelir bi saçı yok. yani kel biraz. efenim bu kızdan çok erkeğe benziyomuş, o yüzden ayşenaz değil ademnaz olmalıymış...


Bu da bizim ayşenaz. Valla şapkasız fotosunu aradım ama bulamadım. o sıcakta annesi olacak kadın "aman abla rüzgar yer" diye kafasını açmadı bi türlü. şimdi düşünüyorum da acaba "rüzgar yer" bi bahaneydi de, kızının kelliğini mi saklamaya çalışıyordu:))

Ayşenaz bi dakka durmadı yerinde, kurtlu peynir gibi, bi oraya bi buraya saldırdı. 4 koca kadını peşinde maymun yaptı. Haftasonu havanın bu kadar güzel olacağını düşünmediğim için, yanımda denizle ilgili (bi güneş kremi o da çocuklar çok beyaz diye) hiç bi şey almamıştım. Ayazma gittiğimizde herkes denizdeydi, üzüldüm doğrusu. Duru denize gireyim diye diretti. Annecim bikinini almadım dedimse de; öyle mutsuz oldu ki, büktü boynunu... Baktım çok üzülüyor, "annecim mayon yok, kilotla girer misin" dedim. Ooooo ben der demez, bi yandan denize doğru koşmaya, bi yandan da elbisesini çıkarmaya uğraştı. Allahın köylüleri gibi, saldım çocuğu denize:) ama valla ben elbiseyle girmedim, tamam kabul Duru'yu tutacağım diye paçalarım biraz ıslanmış olabilir ama tamamen girip çimmedim yani:)))

Adet yerini bulsun diye rüzgar güllerini görmeye gittik. Daha önceki gidişimizde o burunda bulunan fenere kadar izin veriyorlardı. Bu kez bi kapı yapmış, içeri sokmadılar, biz de uzaktan uzaktan fotograflarını çekmekle yetindik. Yine adet yeni bulsun diye ada'nın şaraplarından içtik. Dönüşte domates reçeli aldık, yine adet yerini bulsun diye....

Gezdik, yedik, içtik. Hatta iyi içtik. Çok güldük, çok eğlendik. Fırsat bulursak yine kız kıza kaçacağız.

Çarşamba, Haziran 18, 2008

taranana nursemayı nişanladık (bu ne demek şimdi)

yukarıdaki tarihe bakmayın aslında bu yazı 5.5.2008 bilemedin 6.5.2008'de yazılmalıydı ki resimler yüklendikten sonra yazılmış olsun. ama dedim ya ufunetler üstümdeydi:)

hani duru'nun "eğer piknik yaparlarsa, çiçeklere oturmasınlar, karıncaları ezmesinler." dediği yursemasıyla harkan'ı muhteşem bi törenle dünya evine girmek için ilk adımı attılar.

Üstelik nişan yüzüklerini dudu'nun dedesi taktı. güzel de bi konuşma yaptı adam ama fazla gürültü vardı pek anlaşılmadı. aşktan bahsetti, birbirlerini sevdiklerinden bahsetti ama yursemalardan daha heyecanlıydı ve yerine oturduğunda elleri titriyordu canım babamın.

Törende Anıç ailesi haricinde tam tekmil ordaydık, üstelik havstralya'dan bile dudu'nun dayısı (aslı benim kuzenim) gelmişti. Aslında ayrı bi post konusu ama araya girmeden edemeyeceğim.

Onunla ayrıldığımızda el kadar, sapsarı, dupduru, dünya güzeli bir bebekti. daha yeni yeni yürüyordu. Annesi ve babası, uzak bir yeni dünyada şanslarını denemek istiyorlardı. nerden baksan rahat bir 20 yıl önceydi. Ondan sonra bir kere 6-7 yaşlarındayken gördüm onu, bir kez de 15-16 yaşındayken ki o gördüğümde de bir gece kalabilmişti benimle ve ben onlarla tatile gidememiştim. Temelde sakin bir çocuktu hatırladığım, suskun... Geleceğini öğrendiğimde hem çok sevinmiş, hem de onu rahat ettirebilir miyiz diye endişe etmiştim. Evet o benim kuzenimdi ama paylaştığımız şeyler o kadar azdı ki... ne sever, ne yapmaktan hoşlanır. Üstelik o sessiz ben sessiz yani bir araya geldiğimizde ya birbirimizin yüzüne bakıp durursak diye epey bi düşünmüştüm. Kolay değil, en sevdiğim dayımın oğlu geliyordu. o ki bizim için deli divane olan, ağzımızdan çıkan bi isteği ikiletmeyen. Ben ki onun ilk yiğeniydim, isterdi ki oğlu beni daha iyi tanısın, o uzak yeni dünyada bilmediği "akraba" olma duygusunun ne sıcak bi şey olduğunu hissetsin.

Geldi, kapıdan içeri girdi, yüzünde kocaman bi gülümseme ile... "Merhaba abla" dedi. Sarıldık birbirimize. Bi garip oldum. Sanki karşımda 23 yaşındaki Yunus vardı. anneannemde kaldığım zamanlar gece geç saatlere kadar gelişini beklediğim. Uyuduysam, gelişiyle uyandığım. Ceplerinde benim için fındık fıstık kuruyemiş şekerleme getiren... Biraz büyüdüğüm zaman mahalleliye ibret olsun da ayaklarını bana karşı denk alsınlar diye sudan bi sebeple (bana baktı diye) mahallenin terzisini döven. Hep ağzında kocaman bi gülümseme ile konuşan. Hem delikanlı (genç) hem de gerçekten DELİkanlı Yunus vardı. Ben kendimi birden 5 -6 yaşlarında küçük bi kız çocuğu gibi hissettim. Sanki gitmemiş, zaman geçmemiş ya da zaman geri alınmış gibi. Bir insan bu kadar mı babasına benzerdi. Bakışı, gülüşü, konuşması, ses tonu, huyu, suyu... Onunla konuşurken bazen kendimi küçük bir kız gibi hissederken, her "abla" deyişinde de annemişim gibi hissettim. Garip bir duygu, yavaş yavaş alıştım Emre'nin Emre olduğu fikrine. Ama arada bi şey yapıyo, bi şey söylüyo, diyorum ya bu benim ilk aşkım Yunus:) Gerçi onu çok fazla misafir edemedim, malum bulunduğum yerde onun iyi vakit geçirmesini sağlayacak imkanlarım yok ama fırsat buldukça ben onun yanına annemlere gidiyor, hem onunla hem de Yunus'la vakit geçiriyorum. İyi ki gelmiş o uzak yeni dünyadan, canım kuzenim.
İşte bizim emre ile sibo'nun fotosu bu. diyeceksin, madem seviyon hiç foto çektirmedin mi? çektirdim de malum blog kuralları kendi fotomu kullanmıyorum.

Yüzükler takıldı. ilk danslar yapıldı, ardından takı töreni. allam o ne öyle yursemalar çil çil altın yaptılar o gece:) tabi altın yanında, gıcır paralarda takıldı. Bi ara duru yanıma geldi. "Anne, bisde yursemaya para takalım mı?" diye sordu. çıkardım çantadan gıcık bi 5 YTL. git tak annecim dedim:))))

İşte bu da dudunun 5YTL'yi taktığının resmidir. Deli gibi tepindi, döndü, zıpladı. Şirin ilçemizin jet sosyetesi orada hazırdı. Bizlerde yeri geldiğinde kalktık iki döndük pistte. Güzeldi işte, eğlendik, süper geyikler çevirdik. Kısmet düğüne daha ayrıntı veririm işallah. Yursema ile Tarkan sizlerinden ellerinizden öper. Hala nişan hediyesi kabul ediyorlar, geç kaldık diye düşünmeyin, gönderin:))

Salı, Haziran 17, 2008


Galiba ilk kez bu kadar uzun ara veriyorum. Oysa yazacak ne çok şey oldu, yaşandı ve unutulacak. ada'n yazabilseydi zamanında kayıt altına alınmış olacaktı. ben unutsam, sen hatırlamasan da bir gün buraya baktığımızda hatırlamış olacaktık. neyse belki bi ara onları yazmaya da güç bulurum kimbilir.

şu saatlerde, dondurma yiyip, çizgi film izliyor olmalısın. nasılsa tatildesin. sütünü yapayım mı? diye seni zorla yatağa sokan yoktur:) çok eğlendiğini, çok iyi vakit geçirdiğini, çok mutlu olduğunu biliyorum. ben de bunun için mutlu olmalıyım ama ne kadar istesem de olamıyorum. özledim seni tarçınım.