Çarşamba, Kasım 28, 2007

şeytan ve bacağı

Uzun süredir, şu başımdaki şeytanın bacağını kıramadım gitti. Gece yatağa yattığımda (tabi Duru hanımın uykuda olduğunu gösterir şaaane horlamasını huzur içinde dinlediğim saatlerde... Çünkü kendisi uyumuyorsa, bıraksak sabaha kadar sohbet edeceğiz. Bu konuda çok yetenekli, hem konu bulma hem sohbeti sürdürme hem de dinleyiciyi sıkmadan konudan konuya atlama... Kime çekmişse... bezan onu dinlerken benim uykum geliyo...) şunu da yazsaydım bunu da yazsaydım diyor, fakat iş fiile eyleme geldiğinde taş gibi kesilip kalıyorum. anladığım şu ki, ben kurgu insanı değilim pek. aklıma gelecek yazıcam. yoksa onu da yazayım bunu da yazayım, hatta onu da şöyle yazayım dediğim zaman ellerim tutuluyor.

her ne ise; yazmaya engel olan yazı şeytanı ve o şeytanın sol bacağını bulduğum takdirde kıracağımı ve yazacağımı umuyorum. aklımdaki konu başlıklarını yazarak bacağı aramaya başlayabilirim sanırım.
- Çerkeş prensesi
- Kardeş meselesi
- musallat
- uyku öncesi söyleşiler
- binbir gece masalları
- üç turunç üzerine denemeler ( bir masal tahlili)
bakın konularım oldukça çok ve hepsi de birbirinden şahane:)

aslında şu çerkeş prensesini çala kalem yazayım da aradan çıksın. Efenim başlıyorum.

Şimdi hepimizin hayat gailesi içinde bol bol kitap okumaya zamanı olmuyordur. Hele de bu kitaplar best seller değilse; bulunup okunma şansı daha da düşüyordur. O yüzden sevgili yuse'nin okuyup, bi kaç anektot aktardığı bir kitaba ilişkin bi kaç satır karalayacağım.
Kitap, son osmanlıların harem hayatına ilişkin, harem hayatı dediysem yanlış anlaşılması. haremde yaşayan bir prensesin gözünden, günlük harem anıları. bu hanım padişahın başeşinin nedimesiymiş galiba. Valla kitabın dili, konusu hakkında hiç bi bilgim yok ama yuse'nin anlattığı bi hususta GÜM'de epey bir G çevirdik. Olay şu efenim. Padişah ve efradının ülkeyi terkederken yanında istedikleri kişileri götürmelerine izin veriliyor. Ve padişahın eşi, nedimeler içinde seçim yapmak zorunda kalıyor. Tüm nedimeler yalvar yakar "beni götürün, beni götürün" diye. Bizim prenses gidecekler arasında seçiliyor, fakat artık ülkeyi terketmenin verdiği üzüntüden midir yoksa başka bi şeyden midir bilinmez, tam 5 saat baygın kaldığı için götürülemiyor.

diyeceksiniz, ayıp değil mi ne dalga geçiyorsun. ama kendimi o anı düşünmekten alamıyorum. Koca devletlu, hanımın odasına giriyo. "hatun, hadi gidiyoruz" diyo. Efendim hatun nereye gitsin. "padişahım, nedimem ..... hanım baygın ne yapalım." padişah hazretleri "nası yani, alla alla. dürt uyansın". aradan bi kaç saat geçiyo. "eee hadi", " yok hala baygun padişahım". "eeeee bırakın o zaman." beş saat sonra kendine geldiğinde, ne hanım, ne padişah ne de saray. "tüh fazla baygın kalmışım." :))))
işte çerkeş prensesi hikayesi buydu. ben çok güldüm. kimse kırılmasın. hatta istiyosanız siz de doya doya gülün....

Cuma, Kasım 16, 2007

Kırk yılın başı faydalı bi iş yapayım dedim. Çünkü dün gece ararken bütün manikürlü tırnaklarımı tek tek kemirmek ve dişlerimle kazımak suretiyle otantik bi görüntü kazandırmış durumdayım. Efenim faydadan önce, faydanın hikayesini anlatayım.

Bizim Semra hanım, kendisi dudu'nun annennesi olurlar efendim. Geçen haftasonu teşrif ettiler malikanemize. (bu kadar öncesinden başlayacağımı ben de tahmin etmemiştim, kısa kesiyorum.) Efenim kendisi ben diyeyim 15 siz diyin 20 senedir diabetlidir. Halk arasında şeker hastalığı olarak bilnmekle birlikte, bunların tip1 tip2'si vardır. Şimdilik öğrenmekte acele etmiyorum, nasılsa günün birinde (40'lı yaşlarımın başında) kendisiyle müşerref olacağım. Annecazım, diabet olmakla kalmamış, ayrıca sabah öğle akşam ve gece olmak üzere günde 4 öğün insilün kullanmaktadır. Teknoloji işte, bu insülinleri (özellikle farklı yazıyorum. dedim ya faydalı diye, insan yanlışta aratsa gugıldan bulsun diye. insilün insülin inisülün inisilün vb) dolmakalem büyüklüğünde bir mekanizma içine yerleştirip enjeksiyonu kolaylaştırmışlar. İşte o enjektörlerden Aventis (Avantis diye de aramış olabilirsiniz) Optipen Lantus insilün enjektörü(beyaz) dün gece arızalandı. Yanyana üç çizgi gözüktü ekranında. Biraz anne, biraz baba oynadı, "o öyle değil, böyle olacak, ver bana, aman al yap, yazık yazık bozuldu, ben ne yapcam şimdi" gibi cümleler eşliğinde enjektörün bozulduğuna karar verdiler.

PC'nin başındaydım. Başladım aramaya. yani aventis, optipen yazınca bişiler buluyosunuz ama işe yarar şeyler değil. Avetis'in telefonuna ulaştım ama gece vakti kimse açmadı tabi. Sabah işe geldim ilk iş aradım. Ordan başka bi numara verdiler, o numarayı aradım, ordan da başka bi numaraya yönlendirildim. sonunda derdime derman oldular. Bana bizim bölgenin yetkili mümessilinin cep telefonunu verdiler. bizimkiler birazdan gidip, eski optipeni verip yenisini alacak. İşte bana yardımcı olan telefon numarası büyük yazıyorum dikkat çeksin diye.

0 800 211 34 44

Geçmiş olsun efenim. umarım bi faydam dokunur.

şimdi de yandaki şarkıyı annem semra için söylüyoruzzz. ince giyerim ince, pembe yakışır gence...

Pazartesi, Kasım 05, 2007

duduya

çocukluk garip bi şey. küçük sorunların bile dünyanın sonu olduğuna inandığımız dönemler... küçük kavgaların, küslüklerin, hataların abartıldığı, geri dönüşün asla mümkün olmadığına, hiç bir hareket ya da durumun, içinde bulunulan hali değiştiremeyeceğine, cinlere, perilere, hortlaklara inandığımız dönemler...

Bi gün böyle çocuklukla ilgili abartılarımızı oturup konuşuyorduk yakın bi kız arkadaşımla... ben anlatıp güldüm kendi küçüklüğüme, o ise; gülmeden sırasının gelmesini bekledi anlatmak için... anlattığı hikaye çok uzun değildi aslında, uzatıyorsam bu biraz benim hayalgücümden kaynaklanıyordur.

9 - 10 yaşlarındaymış. kızarkadaşları arasında belki önemli olmak, belki değişik olmak, belki de ilgilerini çekmekti maksadı tam bilemiyorum, bi sohbette, okuldaki beğendiği çocukların isimlerini vermiş kızlara... kızlar şaşkınlıkla bakmışlar.

bi kaç gün ya da hafta sonra bi gün bisikleti ile gezerken mahallenin bela çocukları (her mahallede vardır hani, kedinin kuyruğuna teneke bağlayan, bakkalldan sakız çalan, çocuk yaşta sigaraya başlayan, araba lastiklerini indiren, sağa sola sataşıp kavga çıkaran) yolunu kesmiş, üç kişimişler. içlerinden sadece ramazanın adını unutmamış. yolunun kesilmesinden tedirgin bisikletini çevirmek istemiş, ramazan olan bisikleti yakalayıp sağa sola sallamış, "ver bi turda biz binelim." demiş. Biraz direnç gösterince de , gizli saklı köşelerde oğlanlara yaptıklarını bildiklerini söylemişler, hatta bununla da yetinmeyip, bizim onlardan eksiğimiz ne ki, ver bisikleti yoksa herkese anlatırız demişler.

Bu konuşmaya maruz kalan kız çocuğu 9-10 yaşlarında, bunu söyleyen çocuklarda 12 - 13 yaşlarındaymış. Çaresizlik içinde bisiklete binmelerine izin vermiş ve dönüşlerini beklemiş. sonra da bisikletini geri alıp, büyük bir korku ile eve ulaşmış. Ve ondan sonra ki 10 gün boyunca gerekli olmadıkça dışarı çıkmamış, okuldan eve gideren ya da okuldan eve gelirken hep koşmuş, diğerlerine bi daha yakalanmamak için. ne yapacağını bilmiyormuş. çocukların istediği herşeyi yapması halinde başına ne gelebileceğini kestiremiyormuş, yapmaması halinde küçücük mahallesinde (onun kocaman dünyasında) onun hakkında düşünecekleri geceler boyu uykusunu kaçırıyormuş. Kendini o kadar yalnız ve çaresiz hissediyormuş ki, ailesine söylemesi halinde ona inanmayacaklarını ve onu suçlayacaklarını düşünüyormuş. Korkusundan ne kadar kaçarsa kaçsın, bi gün yine karşılaşmış. Ramazan denen p.. ve arkadaşları yine yoluna çıkmışlar. yine aynı şeyleri tekrarlamışlar ve bu kez adres ve saat vermişler kendisine gelmesi için.

Çok seçeneği kalmamış küçük kızın, ya dediklerini yapmak ya da ailesine söylemek. hangisi daha kötü olacağına karar veremiyormuş bi türlü. biraz düşünmüş ve şöyle demiş kendi kendine. gitmeyeceğim ve bu durumda annem babam da dahil tüm mahalle benim kötü kız olduğumu düşünecekler ve annemle babam bana kızacak, beni cezalandıracaklar. madem duyacaklar önce benden duysunlar. sevmeceklerse de sevmesinler.

Olan biteni annesine anlatmış, korkuyla, endişeyle ve başına gelecek her türlü cezaya razı olarak. annesi duyduklarını, onun yokluğunda babasına anlatmış. bi kaç saat sonra babası gelmiş eve, korkmasına gerek kalmadığını söylemiş. ayrıntıları ise annesinden öğrenmiş. Babası, gidip ramazan'ın babasıyla konuşmuş. oğlun benim kızımı rahatsız ediyor türünden ters bi şeyler söylemiş, o sırada babasının yanında olan ramazan da tanık olmuş bu konuşmaya . kızın babasının cümlesi biter bitmez ramazanın babası okkalı bi tokat atmış ramazana sorgusuz sualsiz. kızın babası da çıkış gitmiş fırından.

Netice, arkadaşımın korktuğu gibi olmamış. annesi de babası da onun yanında olmuşlar, çünkü kızlarını tanıyorlarmış. üstelik 9 yaşında bi kız çocuğunun ramazanın iddia ettiği şeyleri yapabilme kapasitesini de göz ardı etmiş olamazlar.

Kızın tek kusuru, kızlar arasında beğendiği çocukların adlarını söylemekmiş. tek yaptığı şey, tek günahı, tek kusuru buymuş. Bu onun o mahalle için ahlaksız olmasına yetmiş. ondan sonrası çocuklar arasında kulaktan kulağa hızla ve değişerek yayılmış ve önüne kocaman bi ahlaksızlık olarak çıkmış.

Canım kızım... Yaşadığın çevrenin ahlak sınırlarını bilmen her zaman mümkün değildir. O küçük kız gibi, sadece isim söylediğinden ya da ne bileyim rujunun rengi, eteğinin boyu yüzünden haksızlığa maruz kalabilirsin. böyle olduğunda etrafındakilere ve yaptıklarına tarafsız bi gözle bak. kararı kendin ver. başına korkunç bi şey geldiğini düşündüğün zamanlarda, başına gelen her ne olursa olsun, bize anlat. asla yalnız olmak, yalnız başa çıkmak, yalnız çözüm bulmak zorunda değilsin. yaşadığım sürece üstesinden gelemeyeceğini düşündüğün şeyleri seninle birlikte göğüslemeye hazırım, bunu hiç unutma. insanlar bazen çok acımasız olabilirler. ama hiç bi sorun üstesinden gelinmeyecek gibi değildir. Anlatmayı dene, inan bana rahatlayacaksın.

Cuma, Kasım 02, 2007

Alo ben ebru nası yardımcı olabilrim?


teknolojiyi de kullanmasını da seven bi insan evladı olarak, internet bankacılığını da kullanıyorum. oturduğum yerden sağa sola para gönderiyor, fatura ve kredi kartı ödüyo, arada canım sıkıldıkça banka gidip, hesap bakiyemi kontrol ediyo, ayın sonunu getirip getiremeyeceğimi hesap ediyorum.

Geçen gün, işim acele, çıkıcam bi kamu kurumuna gidecem. kamu kurumu dediysem de öyle az buz bi yer değil hani. içeri girmek için basbas isminin bağrılmasını beklersin kapısında. içeriye de öyle laylaylom giremezsin. gerçi içeri girmenle dışarı çıkman bazen 3 dakikanı almaz ama o 3 dakika bile önemlidir ki. isim bağrıldığında girdin girdin giremedin yandın:) öyle bi kamu kurumu işte. ha ne diyodum acelem var çıkıcam. bi yandan telefonum susmaz. biri kapıdan girer derken aklıma ypı kredi world kart kredi kartı ödemem olduğu geldi. acilen bankaya gideyim dedim. yoksa kamu kurumu dönüşü mesai saatini kaçırma ihtimalimde var. neyse, bi güzelcene girdim. EFT ile paracığmı gönderdim. dekont yerine e-maile gönderin dedim. e-maile gelen postayı açtım, banka klasörüne gönderecektim kiiiiii...... alacaklı hanesinde yazan ismin benim ismim olmadığnı farkettim. 783,33 YTL'yi bizim yuse'nin hesabına eft etmemiş miyim? hay yüzbin kunduz. bıraktım internet bankacılığını, aradım bankanın kendisini. kendimi tanıttım durumu anlattım. dediler bi fax çekin bize döndürmeye çalışalım parayı. Tabi bu laf hayal edip epey bi güldüm içten içe. şimdi benim para almış adresi yavaş yavaş gidiyo , arkadan bizim bankanın müşteri hizmetleri koşuyoo.
- para hanım, para hanım bi dakka gidemezsiniz.
benim para hanım pek kibirli, saçlarını ataraktan dönüyo müşteri temsilcisine.
- ne demek gidemem kuzummm. adres belli, yolum uzun, lütfen çekilir misiniz yolumdan. hesabına geçmem gereken bi kredi kartı var.
müşteri temsilcisi ter içinde,
- ama ama bi yanlışlık olmuş, adresi yanlış vermişler para hanım.
- ne demek yanlış adres. siz benim kiminle çalıştığımı bilmiyorsunuz herhalde ada hanım hiç yanlışlık yapmadı bu zamana kadar.
- Efendim doğrudur da bu kez yapmış, beşer şaşar.
- Hayır efendim beni kandıramaz, yolundan döndüremezsiniz. Hem siz nası konuşuyorsunuz öyle ada hanımın arkasından ileri geri.
- Para hanım lütfen inanın bana, bakın bu da ADA hanımın faksı.
- Bu alelade bi kağıt parçası, hani bunun aslı, hem ben nerden bileyim Ada hanım imzalamış, ortalık sahtekar kaynıyor, rahat bırakın beni.
müşteri temsilcisi çaresizlikle geri döner. para hanımda yoluna devam ederken yolda karşılaştığı dolar bey ve euro'ya selam verir.

Olay böyle olmasa da sonuç bu oldu. param başka bi hesaba gidip, kuzu kuzu yattı. Dedim napcam ben şimdi. efenim deidler , parayı gönderdiğiniz şahısla irtibata geçin, bundan sonra ancak o yardımcı olabilir. Sevindim tabi, en azından tanıdık, tanıdık ne kelime benim manevi ev arkadaşı. açtım telefonu böyleyken böyle yetiş yuse param gitti. O da işin bi ucundan tuttu. Y.K.müşteri hizmetlerini aradı, onlarda bi faks istediler, parayı EFT yapılan hesaba iade edin diye. Bi kaç gün ses çıkmayınca araya torpil kondu falan filan uzun hikaye. aradan yaklaşık 10 gün sonra Yapı Kredi müşteri hizmetlerinden aranmış bizim yuse, "efenim EFT hesabına göndermek için 30 YTL EFT masrafı alıcaz onaylıyo musunuz" hiç onaylar mı benim yusem. hem suçluyuz hem güçlü, bi miktar ses yükseltmek suretiyle müşteri temsilcisi kendine getirilmiş ve bunun üzerine kızcağız. EFT yapılan bankadan bizi arasınlar, bi seferlik masraf almayalım demişler. Durum böylece bana intikal etti. ben (artık açıklıyorum bankamı) işbankası'nın burdaki şubesine telefon edip durumu izah ettim. kızcağız anlayışlı arayalım tabi dedi. Bi kaç saniye sessizlik oldu. Nereye arayayım efendim. Valla bilmiyorum dedim. O telaş içinde ne yuse ne de ben Y.K.nin hangi birimi ile görüştüğümüzü sormamışız bile. Bu kez tekrar Y.K. müşteri hizmetleri aradım. Telefona cevap veren (ki bunların hepsi özel bi eğitimden geçtiğini biliyorum aynı tonda konuşuyorlar. "merhaba efendim ben ebru nasıl yardımcı olabilirim." cümlesini "siz öyle önemli bi insansınız ki, ne deseniz haklısınız haklı olmakla kalmıyosunuz, ayrıyetten ben sizi çok seviyor ve saygı duyuyorum. beni aramış olmanızdan öyle mutluyum ki , o kadar olur yani" cümlesiyle aynı tonda söylüyorlar. Eminim evimin yandığını da böyle bi tonda haber verirler. hiç bir tını farkı, duygu falan yok. yani tamam anlıyorum, sabırlı olmak öğretilmiştir de, be kardeşim bu işin mutluluktan güler bir ses tonuyla yapmak zorunda mısınız? mesela çok sakin ve donuk bi tonda da bunu yapabilirsiniz. hem böylece yüzyüze görüşmenin getirdiği o soğukluğu daha iyi hisseder, ona göre konuşuruz de mi? neyse sadede geliyorum.) bu mutlu ses tonlu hanım kızımıza derdimi anlattım(bunların erkek versiyonları hiç çekilmiyo o da ayrı bi mevzu tabi) o da bana kıpır kıpır bahar neşesi dolmuş içinden taşan duyguları ifade eder tonda, genel müdürlük numarasını verdi. Y.K. Genel Müüdürlüğünü aradım ve nihayet güleç ses tonu taşımayan, senin benim gibi duyguları olan ve bu duygularını da ifade etmekten çekinmeyen bi hanımla konuşmaya başladım. duruumu izah ettim, o da bizim nerde yanlış yaptığımızı anlattı, hatta bi ara ses tonu "olmaz ki kardeşim, başvurunuzda öyle demiyonuz ama, naber " halini bile aldı. Sonuç olarak yeni bi başvuru yaparak, paranın yusenin ismine gönderilmesini talep etmemiz gerektiğini, yüzlerce güleç tonlu müşteri temsilcisi ile dakikalarca süren telefon diologundan sonra öğrenmiş olduk. Benim para hala Y.K'de yatıp duruyo. tabi rahattır da şimdi, zırt pırt girip orda mı diye bakan, ordan oraya sürükleyip oynayan bi ada yok... ah para ahhh, dinleyeydin güleç sesli müşteri temsilcisinide döneydin yuvana, hesabıma, ben seni başka yerlere gönderecektim. Kısmetse para hanımla önümüzdeki hafta meçhul bi günde karşılaşmayı umuyorum. "Tüm bankaları ve müşteri temsilcilerini seviyorum. " bunu hangi ses tonuyla söylediğimi siz tahmin edin artık.