Çarşamba, Mayıs 31, 2006
dudunun sözlüğü (1)
Masat :masal anlat
Katapokka :kapadokya
Hasturalla : Avustralya
Kıçartmak : Çıkartmak
Sebel : Sibel
Papisim : Yılmaz
Suupee : Yalçın
Semmyaa : Anneanne
Ücee : Dede
Yursema : Nursema
Uuukan : Furkan
Sebis amca: Servis Şöförü Necdet Bey
Suya girmek: Luna parkta çocuklar için olan kanoyu kullanmış olmak
yugo : lego
abara : araba
Şiii : Şirin
Dayı : saçları olağandan biraz az ve bıyıklı erkek
fafatülle : fasülye
Böcek : burnumuzdaki istenmeyen kurumuş akıntı
kulabii : kurabiye
telen : tren
histanbul : eee bunu da anlarsınız artık.
havayu : how are you?
yaberr : ne haber
aaşe : evdeki oyuncak bebeklerin yarısının adı
duduya bakcam : bilgisayarda kayıtlı fotograflarımı görmek istiyorum
yaaapuuyooosunnkuselimmm : klasik çocuk masalı "kırmızı başlıklı kız"da hain kurtun ilk sözü
uyusunbuyusunokuladagitsin : adanın torunlarını uyuturken sölenen ninni
dastanabostana: ninninin arada hatırlanıp, bi hevesle söylenen dizesi.
sen güzel bi kıssın : adanın "ben çirkinim" sözüne söylenen eşsiz iltifat
pamam : tamam
İnce uzun, bir dört duvar. hani üç oda bi salon derler ya ve bi de salona benzemez girişe benzemez bi yerler vardır. hol denir ve her nedense o holler bende ses benzeşmesinden mi yoksa göz benzeşmesinden mi "loş"u çağrıştırır bi yerdeyim. Herkes var, tüm maile, keyifli gibiyiz. bizim çingen yurda dönmüş gülüşüyoruz. Kapı çalıyo açıyorum. aaa bakıyorum "o". Diyo "duduyu almaya geldim. "diyo. Bizim çingen bozuluyo. ne veriyon yeni geldim diyo. Öbürü aaaa benim ablam 6 ayda zor görüyo duduyu diyo. allam vermek istemiyorum, vermek istiyorum. dudum kucağımda...
eeeeehhhh yeterin benim kızım o kimsenin değil diye çığlık atıyorum. biri küsüp kapı çarpıyo. öbür surat yapıyo ve sahne değişiyo.
Şimdi bilmedik, çok pencereli orta yerde bi evin üst katlarında, sanki Mecidiyeköy ışıklarda Taksim otobüs durağının oraya kondurmuşlar evi. pencereden bakınca üst yol görünüyo. dudu yine yanımda gibi ama onun dışında biri daha var. kim bilmiyorum? gçkyüzü aydınlık güneş ışıl ışıl apartmanların üstünde dev bir dalga geliyor eve doğru, yavaş yavaş herşeyi içine çekerek. nası güzel bi yeşil, nası parlak bi yeşil ki. korkmuyorum. hatta coşkuyla karşılıyorum(yoruz) gelişini. sadece pencereden içeri giriyoruz ıslanmayalım diye. dalga çekiliyor tekrar. kısa bi aradan sonra, sanki biraz daha yakın yönü biraz daha eğişmiş gibi, ikinci bi dev dalga görünüyor gökdelenlerin üzerinden yavaş yavaş kırılıyor herşeyi yutarak... bu kez endişeleniyorum. pencereden uzaklaşıyorum ve dalganın penceremizi yalayıp geçiyor. dudumu kucağıma alıyorum. Çok kısa bi aradan sonra, üçüncü bi dalga daha görünüyo gökdelenler arasında hızla yükseliyo ve bu kez pencere yönünden geliyor, üst köprüden aşarken, pencereden kenara çekiliyorum, pencereyi kapatmak için hamle yapıyorum ama çok geç, kırılan dalga ile gözgözeyiz bir an ortalık kararıyor belki de yeşil oluyo, arkamı dönüyorum. kucağımda dudu. dalga pencereyi ardına kadar açıyor. oysa beklediğim yıkım daha da fazla şaşırarak arkamı dönüyorum ki. dalgadan beklenmeyecek ürpertici bir düşme sesiyle birlikte dalga pencereden kırılıp içeri giriyor. dalga çekildiğinde yerde arkasını dönmüş bi bebek yatıyo. Hemen koşarak yanına gidiyorum, korkuyorum da... yaşıyor mu kalbim duracak. küçük bi bebecik. sarıp sarmalanmış, nefes alıyo, yaşıyormuş. derin bi oh çekiyorum. soyuyorum yarası var mı diye yavaş yavaş. ama çok korkuyorum ya yaralıysa diye kalbim yine ağzımda. bebeğin kafasında naylon bi kask var. bildiğimiz motorsiklet kasklarından. kırmızılı yeşilli. kaskı çıkarmaya çalışırken görüyorum sol gözü berelenmiş, gözlerini açıp bana bakıyor. hala yerde yatıyo bebek. aklımdan, kim bu çocuk?, annesi nerde?, nasıl geldi?, nası sağ kalabildi? soruları geçiyor. nasıl geldin sen diye soruyorum anlarmış gibi. cevap veriyor "köprüdeydik biz" şaşkınlık içindeyim. Annesini nası bulacağım diye düşünürken, eski bi şehrin içinde buluyorum kendimi. Babam yanımda. Dev dalgaların bıraktığı hasarı görmeye inmişiz aşağı. görünen manzara inanılmaz hem eskişehir hem de otoban var. otoban dağılmış demirleri görülüyor sadece, bi kaç caminin minaresi yerle bir. sokaklarda yürümeye devam ediyoruz. çift katlı dükkanların vitrinlerine bakıyorum. birden bi dükkanın (gelinlikçi olmalı çünkü üst kat bile yere kadar cam) üst katında kadınlı erkekli insanlar görüyorum. babama gösterip "baba bak semah yapıyolar" diyorum. babam çok keyifleniyo."bak ben de yapayım " diyo ve başlıyo kendi etrafında ahenkli ahenkli dönmeye sokağın orta yerinde. akşam karanlığı geceye dönüyor ve uzaklaşıyorum babamdan. gecenin karanlığında ara sokaklarda dolaşıyor buluyorum kendimi. sonra da bi kadınla bi evin çatısında.
- emin misin ya evde kimsenin olmadığından.
- evet ya. emlakçı söyledi. gidin bakın dedi.
- ama burda asma kilit var.
- ben de anahtarı var.
- iyi mi yapıyoz.
- offf eve bakcaz. sen de ya.
yanımdaki kadın asma kilidi açıyo ve bi evin çatı katından giriyoruz. etraf karanlık, ışığı yakıyoruz ama sanki 20 mumluk bi ampül ışığı ya da fener gibi çünkü yanımdakini zaman zaman göremiyorum bile.çatı ktını geziyoruz. birbiri içinde odalar ama inanılmaz güzel. eski fakat zamanında ihtişamlı olduğunu hissettiren mobilyalar. içim daralıyor yine. ev boş olmalı ama mobilyalar duruyo. dar, karanlık merdivenden bi kat aşağı iniyoruz. burası biraz daha aydınlık, sanki lüksün (küçük bi kız çocuğu iken, elektrik kesintilerinde kullanılan, piknik tüplere monte edilmiş bi düzeneğe takılan ve ipekten yapılan - öyle denirdi emin değilim- gömleğin, gelen gazla tutuşması ile sağlanan eski bi aydınlatma aracı ) bitmek üzereyken verdiği yoğun kalın bi yarı aydınlık. bi nefes hissediyorum, bi şey, bi varlık, yalnız değiliz.
-kimse yok mu?
yanımdaki kadın gülümsüyo.
- ya kimse yok dedim ya.
kare bi antredeyiz ve birden sağ yanımızdaki kapı açılıyo. saçlarının büyük bir kısmı beyazlamış, üç beş gün önce yapılmış topuzu dağılmak üzere olan, kısa, garip bi kadın çıkıyo odadan. evin sahibi. utanç içindeyim.
-ne isiniz vardi bre. kimşiniz siz?
ağzımı açamadan yanımdaki söze giriyo hemen, eve bakmaya gelmiştik satıyormuşsunuz. saatin çok geç olması, kapıdan girmiş olmamamız onu hiç şaşırtmıyor. iyi gezin diyor. başka başka odalara giriyoruz ve mutfağı buluyorum. balkona açılan bi kapı. dışarı çıkıyorum. manzara bi yandan inanılmaz, bi yandan ürpertici. denizin içinde gibiyim. sahilde nilüfer çiçekleri ileri geri salınıyo. şehrin ışıkları çok uzaklarda ve gece öyle karanlık ki. kapıdan ayrılsam bi daha bulamayacak gibiyim. tekrar kendimi içeri atarken diğer tarafa da bakıyorum karanlık ve derin bi ıssızlık hissediyo, titriyorum. içeri girdiğimde yanımdaki kadın ev sahibi ile görüşüyo. italyanmış kadın. artık ülkesine dönecekmiş. bi gariplik var kadının üstünde, bu ev gibi. zamanında ihtişamlı olduğu belli. ama garip olan öyle bi kadının evindeki mobilyalar gibi hala demode olması o zamanda asılı kalmış, hiç sokağa çıkmamış, hiç yaşamadan yaşlanmış gibi. pazarlık yapıyolar. ev ürkütücü olmasına rağmen benim olmalı diye geçiriyorum içimden. sonsuz bi deniz, sonsuz bi ıssızlık, sonsuz bi sessizlik.
Pazar, Mayıs 21, 2006
Hasturalaya koşa koşa gideceğini ve ordan sebeli alıp getireceğini söylemişsin. Epey bi süredir artık şaka yapmayı öğrendiğinden mi? yoksa adayı kızdırmak ya da güldürmek istediğinden midir nedir? "sen kimin kızısın bakiimm balım?" sorusuna verdiğin "sebelin" cevabı ve ardından gelen gülüceklerini tekrar görmek istiyodu "ada"n. Fırsat gelmişti. Bu kez farklı sorulacaktı soru ve yanıtın aynı olacağından o kadar emindi ki etrafındakiler. "Dudu sebel senin neyin oluyooo?"...
Verilecek iki cevabı vardı bu sorunun ya "tizem" diyecektin ya da "annem" :) yattığın yerden şöyle bi soruyu tartın. Sebel kimdi, dudunun neyi olabilirdi diye ve cevap verdin.
-sebel benim canım oluyo...
Pazar, Mayıs 14, 2006
tarçın eller( only for duru)
Bir parça mukavva, biraz boya, 6 tane fiyonk ve 12 tane burgu makarna, bir adet ada ile çekilmiş ve kesilmiş fotograf, sarı yaldız boya, rengarenk sulu boya ve minicik tarçın elleri...
Sonbahardı geldiğinde, derin bir sezsizlik sonrasıydı benim için... Heyecanla bekliyordum gelişini ama geldiğinde böyle olacağını bilmiyordum. Daha kucakladığım ilk anda koca ve meraklı gözlerinle etrafı beni süzdün. Öyle karmakarışıktım ki... Heyecanlı, mutlu, çaresiz, yorgun, ağrılı ve yaralı. Gözlerimden süzülenlere engel olamıyor ve kahkahalarla gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Sana seslendiğim ilk seferde beni duyup koca bir sesle varolduğunu, duyduğunu ve üstelik anladığını da ilan ettin herkese.
Ne kadar küçük
Ne kadar savunmasız
Ve aslında ne kadar da güçlüydün...
Adım adım büyüdüğünü seyretmek, hayatı senin gözlerinle algılamak, tecrübelerine tanıklık etmek, öğretmek ve öğrenmek. Hayatım boyunca çıkabileceğim en güzel yolculuğa davet ettin beni. Senin gözlerinle hayat daha bir yaşanılası, daha bir tutunalısı, daha bir sevilesi...
Şimdi yorgunluğum, ağrılarım, acılarım ve yaralarım yok. Yenilendim. Yeni bir hayata senin küçük tarçın ellerinle başladım. Senin minik ayaklarınla adımlıyorum yolları. Senin dilinle öğreniyorum nesnelerin adını. İyi ki geldin ne çok öğrenecek şey varmış. Bugün öğrendiğim gibi, bir parça mukavvayı kalp şeklinde kesmeye çalışan, onu yeşilin değişik tonlarına boyayan, bir boyalı fiyonk makarna altına iki tane burgu makarnayı yapıştıran, o kalbin ortasına adasıyla çekilmiş fotosunu yapıştıran ve bunu hayatında en sıradan şeymiş gibi uzatıp, "anneeer gunün kuttu olsun" diyen minik tarçın eller. Bak balım, ada yine bi şey öğrendi, küçük bir mukavva parçasının, tarçın ellerle paha biçilmez bir hal alacağını...
İyi ki geldin. İyi ki annenim. Anneler günüm kutlu olsun.
Perşembe, Mayıs 11, 2006
öğreten dudu
Bütün günü, oturma odası, mutfak, tuvalet, ada odası gibi muhtelif odalarda geçirdikten epey bi sonra, annesi ile dudu, dudunun picamalarını giymek için ( tabi sadece dudu giyiyio cümle yanlış anlaşılmasın, ikisi bi picamayı giymiyolar allaaa şükür) dudunun odasına girmek üzere elele yürüyerek malikanelerinin uzun koridorlarını katettikten sonra, kapıyı açmaya çalıştılar ama arkadan bi şeyler kapıyı itiyo gibiydi. Annesi önce muhafızlara haber vermeyi düşündü ama sonra vazgeçti. Birazzorladıktan sonra açılan kapının ardındaki manzara yandaki resmi aratmayacak çeşitlilkte ve koca odanın her yanına sirayet etmiş biçimdeydi. Şaşkınlığını gizleyemeyen anne dönüp, biraz da yüksek sesle;
- buranın haline böyle
- allam ne olmuş buraya
- kızım ne buranın hali...
gibi cümleleri kendi içinden söylermişcesine hiç bir tepki vermeyen dudu'ya artık bu kadar dağınık olmaması gerektiğinin dersini verme zamanı diye düşündü. Dudu'yu kucaklayıp komidine oturttu. Bu kez gözleriinin içine bakarak;
- Annecimmm buranın hali ne böyle.
- ..................
- Balım ne buranın haliii...
- ................
- Ne bu böyle yaaa...
diye biten cümlenin ardından gözlerini annesinden ayırmayan Dudu cevap verdi.
- Ada bunun adı dağınık...
- Yaaa öyle mi?
- hı hıı..
- Peki kim yaptı bunu?
- Duduuuu.
- Güzellll. Peki dudu toplamayı düşünüyo mu?
Annesinin gözlerinin içine dikkatlice bakan dudu cevabını verdi.
- Hayırrrrr. Dudu toplamayı düşünmüyoooo...
Dudu kimdir (Versiyon 1) ?
Pazar, Mayıs 07, 2006
Aydınlık bi gülümseme... Pencereden saçlarına yansıyan ışık.... Eski evimiz.... Benim büyük kızım, küçük kızkardeşim. En baba dostum... Şarap ve bira yarenim... İç dökümüm... Kalbimdeki özlem sızım.
Annesinin karabiberi, babasının sevdası, oynak farenin freni. Küçüklüğünde asık suratlı, kara damarlı olgun ve aklı başında olmakla birlikte yaşı ilerledikçe herkesi şaşırtan bi hızla değişip, yandaki fotografta olduğu gibi aydınılık ve güleç yüzlü olan rezenem.
Sensiz çok tatsız olmaya başladı herşey be...
Ömrümün sonuna kadar birbirimize görmeye yazgılanmış olmaktan gayet memnun. Dönüşünü beklemekteyim. Üç ay için gitmiştin ama baksana yaş devirip geliyosun. Nice mutlu yıllara güzel bacım......